İlker Bayrak

Edebiyat ve Gerçeklik

Usta yazarlar, insana ait duyguları anlatırken, gerçekliği artırmak için tarihi kişilikleri kullanmaktan çekinmeyen ve anlattıklarının sizde gerçeklik duygusu uyandırması için elinden geleni yapan kurnaz kişilerdir. Bazen mektuplar yazdırır kahramanlarına sizi inandırmak için. Bazen de tarihi olayları, yerleri ve kişileri kullanır. Anlattıklarına inanın diye her yolu dener. İster ki, kendinizi esere kaptırasınız. Çünkü bu olmadan kitabını bir kenara fırlatıp atacağınızı bilir. Okuyucu acımasızdır çünkü. O zaman? O zaman sanatının tüm gücünü kullanarak çekivermeli kolundan tutup okuru. Öyle bir çekmeli ki bir daha başını kaldıramamalı kitaptan. Bir an için bile bıraksa hemen geri dönmeli, hiç arayı açtırmamalı... Kaleminin bütün gücüyle sarılır okuruna yazar. Sarılmazsa okunmayacağını bilir. Okunmayacağını bilerek yazı yazılamaz. Bütün yazarlar çok okunacaklarını düşleyerek yazarlar. Bazı yazarlar çok okunmak için inandırıcı olmak zorunda hissederler kendilerini. Bu bir bakıma da doğrudur. Edebiyatta gerçeklik arama, hala önemli bir seviyede kabul görüyor. Estetik zevk için yazılmış eserler de okunmuyor değil tabi.
Bir sanat eseri okurken onun kurmaca olduğunu unutmamak lazım. Bizde izlediği, okuduğu her şeye inanan, onun bir senaryo, bir kitap olduğunu unutan insanlar çoktur. Bu bizim samimiyetimizden ileri geliyor belki de kim bilir. Evet, biz çok samimi bir milletiz. Dinlediklerimizle, izlediklerimizle aramızda duvar örmeyiz. Hala izlediği bir filme, bir diziye ağlayanımız çoktur. Bu sanat eserinin başarısı olarak da kabul edilir. İşte efendim: Okuyucu bu kitapta kendisini buluyor, bu dizide, bu filmde kendisini buluyor nev'inden sözler... Acaba seyirci ya da okuyucu okuduklarında niçin kendisini arıyor? Arama gereği duyuyor? Niçin kendi ben'i ile özdeşleştirdiği filmlere, dizilere, kitaplara daha çok sarılıyor?
Bu yüzden TV dizilerinin ve filmlerin hayatımızdaki etkisi ve gücü çok derin oluyor. Yazarların gerçeklik duygusu oluşturmaktaki marifetleri de bu süreci destekliyor. Tarihi gerçeklerle edebiyat sanatının cilveleri de kıyasıya karışıyor birbirine... Bir ara hatırlıyor musunuz? Herkes bir televizyon dizisinden bahsediyordu. Tabi koskoca Kanuni Sultan Süleyman televizyona çıkmış izlenmez mi? Sonra, tarihçilerimiz; her bölümden sonra, başlıyorlardı dizinin tarihe uymayan yönlerini anlatmaya, büyük tartışmalar olmuştu... Aslında dizi tarihimizin konuşulmasına fırsat vermişti. Acaba Kanuni tahta çıkarken top atışı mı olmuştu? Ama filmde havai fişek atılmıştı. Bu tartışmalara gerek var mıydı, yok muydu bilemem. Tarihçilerimizin tarihi gerçekleri tarih biliminin verileriyle anlatmalarının TV program kalitemizi de artırdığı da bir gerçek. Zaman zaman izlediğimiz şeyin bir film olduğunu unutsak da; bize tekrar tarihimizi konuşma fırsatı verdi. Belki bu vesile ile atalarımızı yad ettik. Onların hayatlarına dair magazinsel yaklaşımlardan ziyade dünya tarihine yön veren rehber kişilikleriyle de ilgilenenlerimiz olmuştur. Ama bütün bu tartışmalar; izlediğimiz ve okuduğumuzun şeyin bir kurmaca olduğunu unuttuğumuz gerçeğini ortaya koyuyor. Bu tarihi tiyatro oyunları için de böyle. Orhan Asena'nın Hürrem Sultan oyunu aklıma geldi hemen. Oyun Hürrem Sultan'ın “Korkuyorum.” sözüyle başlar ve yine onun “Korkuyorum.” sözüyle biter. Yahu koskoca Hürrem Sultan niye korksun? Orhan Asena kokutmak istemiş onu. Yoksa gerçekte korkmuş mudur, korkmamış mıdır? Kim bilir? Bilse bilse Allah bilir. Şimdi bu tiyatro oyununa ya da bir TV dizisine bakıp tarih hakkında konuşmaya kalkarsak; Hürrem Sultan çok korkak biriydi gibi absürt bir çıkarım yapmamız gerekir. Tarihi tarih ilminin kurallarını uygulayarak araştıran ve yazan kaynaklardan öğrenmeliyiz. Edebi eserlerden, tiyatro oyunlarından ve televizyon dizilerinden tarih öğrenmeye kalkmak bizi telafisi mümkün olmayan bir yanılgıya düşürür.
Bu vesile ile Büyük Tarihçimiz Sayın Prof. Dr.Halil İnalçık'a Allah'tan rahmet diliyorum.
Güzel duygularla kalalım.
Hoşça Kalın.

YORUM YAP