Ali Gülcü

Edirnede Saraçlardan Aşağıya Doğru İnerken, Dar Sokaklardan Birinin Köşesindeki Çay Ocağının Tahta Taburelerine Oturuyoruz


Niyetimiz; ayıptır yazması ciğer sonrası Türk kahvesi içmek...
“ Köşe çay ocağı, Hamdi’nin yeri”
Hamdi; kısa boylu pehlivan kıvamında bir adam, dalaşmaya gelmeyen tiplerden...
Bulunduğumuz dar sokakta küçük bir berber ve daha çok ayakkabı tamircileri var...
“ Hoş geldiniz...”
“ Hoş bulduk Hamdi ağabey... Tavsiye üzerine geldik sana, kahven güzelmiş!”
Yalan tabi, yok öyle bir şey Hamdi’nin adını çay ocağının camından öğrendik... Kahvesinin güzel olduğunu da uyduruverdik... Bilirsiniz sever ülkem insanı pohpohlanmayı...
İki orta kahve söyledik, beklemeye başladık...
Altmışlı yaşlarda bir gözlükçü geldi yanımıza...
Onun söylediği gibi yazayım; Numaralı gözlük vaaaaar, güneş gözlüğü vaaar, tespih vaaar, çakmak var, çakı da var...
“ Gözlük lazım mı size?”
“ Kaç para gözlükler?”
“ Güneş gözlükleri; on, numaralılar otuz...”
“ Pahalıymış yahu!”
“ Marka bunlar ama...”
“ Neresi marka yahu ilk defa duydum...”
“ Alıcıysan yaparız bir şeyler...”
“ Nasıl satıyorsun numaralıları?”
“ Deneterek...”
“ Güneş gözlüklerini?”
“ Nangisini beğenirse...”
“ Kim bilir kaç kişiyi kör etmişsindir sen yahu?”
Gülüyoruz... O da sigaradan sararmış dişlerini göstererek bize katılıyor... İki tespih alıp gönderiyoruz gözlükçüyü...
Hamdi incecik fincanlarda kahveleri getiriyor... Özenmiş adam... Köpük bir parmak... Höpürdeterek girişiyoruz kahvelere...

YORUM YAP