Dükkânı kapatıp eve dönünce karısını ahşap elbise dolabının altında baygın bulmuş Sahir. Kulağından akan kanı görünce telaşlanmış, kucağına aldığı gibi bir solukta hastaneye yetiştirmiş.
Kontrollerden sonra, biraz zaman geçince anlaşılmış ki Şirin yengede hafıza kaybı var.
Kimini hatırlıyor, kimini hatırlamıyor.
Eceabat'a yolum düşünce, şair adamdır dikkat eder diye düşünüp en fiyakalısından imzalamış, kitap götürmüştüm Sahir'e, yokmuş gelemeyecek gibi uzakça da bir yerdeymiş.
Yenge çay ikram etti sağ olsun, “daha önce de oturmuştuk” dedim, gülümsedi, “Ece'nin oraya gitmiştik” dedim, yine gülümsedi. Tekrar tanıttım kendimi, anlattım, tekrar tanıştık. Çay bitince Sahir'e selam söyledim çıktım.Ne yalan söyleyeyim acaba numara mı yapıyor diye düşünmedim değil!
Eceabat'tan Gelibolu'ya gelirken Bigalı Kalesi'nde mola verdim, neden bilmem oldum orası severim burayı. Şimdilerde restore ediyorlar, elimi yüzümü yıkadım, yola koyulmadan önce sırtımı kavak ağaçlarından birine yaslayıp, dumanı deryaya bir sigara telledim.Yine aynı düşünce, ah şu kalenin olduğu yerde bir kulubeciğim olacaktı. Kırlık yerde para mı lazım, yoldan geçene domates satsam geçinirdim evelallah, balıkçılık da yapar çıkarırdım nafakamı.
Sonra ahşap elbise dolabı düştü aklıma.Üzerine kafa yorunca piyango gibi bir şey.
Bir sabah gözlerinizi bir açıyorsunuz, kafa pırıl pırıl,sıfır.
Çocuklar gibi, filozoflar gibi hayretle, gözlerinizi açarak öğreniyorsunuz her şeyi.
Korkular yok, önyargılar yok, yediğiniz kazıkların alayını unutmuşsunuz, etrafınızdakileri yeniden tanıyorsunuz.
Sevdiğiniz kitapları, yazarları soruyorlar, hiç birini bilmiyorsunuz ki aralarından seçim yapasınız.
Filmler yok, yanınızdan Monica Bellucci geçse tanımıyorsunuz, var mı daha ötesi. “Artist gibi kadın” diye geçiriyorsunuz içinizden, elleriniz ceplerinizde kaldırımda yürümeye devam ediyorsunuz.
İki yıl önce bahçenize tavukları girdi diye kavga ettiğiniz ve konuşmadığınız komşunuzla karşılaşıyorsunuz, size dikkatli bakınca tanıdık herhalde diye düşünüp gülümsüyor ve selam veriyorsunuz. Komşu gayri ayıklasın pirincin taşını. Eski sevgilinizin poşetlerini taşıyorsunuz arabasına kadar.
“İnsanlık öldü mü” diyorsunuz ayrılırken.
Sabahları erkenden kalkıyor, deniz kenarında yürüyüşe çıkıyorsunuz oysa ne erken kalkmayı severdiniz, ne yürümeyi.
Sokak köpeklerini görünce korkudan yolunu değiştiren siz, sahilde bulduğunuz yavru köpeği kucakladığınız gibi eve getiriyorsunuz.
Yemek yapmayı, bisiklete binmeyi öğreniyorsunuz yeniden.
Başkası ne düşünür diye düşünmeden evin bütün odalarını kırmızıya boyuyorsunuz, hayatınızda başkası yok ki düşünceleri olsun. Siz varsınız, dün yok, anılar yok, şimdi var.
Her şarkıyı ilk defa dinliyor, en sevdiğiniz şiiri ilk defa ezberliyorsunuz…
Dedim ya piyango gibi bir şey.
Yolculuklar, hengame bitince ve gece olunca, el ayak çekilince mahalleden, balkonda oturur kimi şiir dinlerim Kamil Bilici'nin sesinden, kimi şiir okurum Sahir Üzümcü'den
Kalabileceği, gizli bir yeri olmalı,Her insanın.
Kimsesi olmadığında gidebileceği.
Anılarını değiştirebilmeli,
Her insan.
Geleceği olmadığında seçebileceği.
Rüyalarını unutabilmeli,
Her insan.
Kimsesi kalmadığında sevebileceği.
Bir şiir yazmalı,
Her insan.
Anlamı kalmadığında okuyabileceği.
Uzak bir dağda, bir ağaç dikmeli,
Her insan.
Kimsesi olmadığında özleyebileceği.
Ah Ah kalenin olduğu yerde bir kulubeciğim olacaktı...