Haritalarda nehirler hala mavi renkte gösteriliyor ama gerçek farklı...
Ergene Çorlu'da kırmızı, Pehlivanköy'de kahverengi, Muratlı'da asfalt akıyor...
Çok değil bundan otuz yıl önce; paçalarımızı sıvayıp, sığ yerinden karşıya geçerken eğilip su içtiğimiz, bağ ve bahçelerimizi suladığımız Ergene Nehri, kuytusunda hiçbir canlıyı barındırmıyor artık...
Kurbağa bile yaşamıyor ki, balık olsun!
&&&
Bu sabah tarihi çeşmeye selam verip Muratlı'dan İnanlı'ya geçerken bir zamanlar yeşilçekirgeleri yem yapıp, siyah makara iplikli, gündöndü sopalı, mantarı tokyo terlik arkası oltalarımızla balık yakaladığımız, pas tutmuş demir köprünün altına çektim arabamı...
Sırtımı çiçek açmak için naz yapan, badem ağacından akıllı akasya ağaçlarından birine yaslayıp; hüzün akan, çamaşır suyundan keskin, naylon torba krallığı, çoktan son nefesini vermiş, çürümeye yüz tutmuş nehri izlemeye başladım...
Önce 2,5 litrelik bir pet şişe geçti sulara bata çıka...
Sonra kocaman gübre çuvalı, kıçı patlak damacana...
Ardından bu sene yerde görüp hayıflandığım leyleklerden birinin ölüsü...
Kadere bak sen kışı Afrika'da geçir, bahara yetişeceğim diye binlerce kilometre kanat çırp, Trakya'da öl, cesedini de birileri bacağından tutsun Ergene nehrine atsın...Peh!!!
Avrupa'da tarım bölgelerinin hızla çoğalması, çayır ve sulak alanların azalması, Afrika'da tarım ilaçlarının yoğun bir şekilde kullanılması leyleklerin sürüler halinde yok olmasına yol açtı...
Cami minarelerinde, elektrik direklerinde ve ağaçlarda bir süre daha yuvaları kalır... Leylekleri de fotoğraflarda görürüz artık!
&&&
Karşı tarafta baldıranlar, ısırgan otları, böğürtlen kümelerinin arasındaki patika yoldan nehir kenarına iner hava ısınıncaya kadar balık yakalar, güneş tepeye gelince soyunup çırılçıplak dereye girerdik...
Varın cümbüşü siz düşünün...
Bacaklarımızı nehrin içindeki sinsi ağaçların çizdiği, ayaklarımızı kırık cam parçalarının kestiği de olurdu ama aldırmazdık...
Akşamüzeri yakaladığımız balıkları etraftan topladığımız çalı çırpıyı yakarak pişirir, eve gidince karnımız tok demeye korkar, tekrar sofraya otururduk...
Yaz tatili diye işte ben buna derim...
O zamanlar Dickens'in Oliwer Twist'ini de severdim ama favorim hiç değişmedi; Tom Sawyer...
Rahmetli Babaannem; Polly Teyze...
Köye gittiğimde hiç ayrılmadığımız İbrahim; Hucklebeeery Finn...
Ve bendeniz; Sawyer... Tom Sawyer...
Ergene Nehri, Mississippi...
Kitap kahramanları değişmiyor tabi, Mississippi hiç kirlenmiyor, Polly Teyze Babaannem gibi ölmüyor... Hucklebeeery Finn ve Tom Sawyer ne yaşlanıyor ne de uslanıyor...
Bizim yaşlar neredeyse kırk oldu!
&&&
Kızılderili Şef daha 1853 yılında söylemiş söyleyeceğini; ben ne anlatsam boş;
Beyaz adam annesi toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur. Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.
Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak…
Farkında mısınız?
Ergene'de son balık çoktan öldü!