Gözlerini açıyor, yataktan kalkıyor, duştan sonra aynada yüzüne bakıyorsun.
Uyandın!
Hava aydınlanmamış henüz. Yollar dolmamış. Çöp arabaları ve sokak köpeklerinin mahalle araları. Birazdan sadece insanların duyduğu sırra üflenecek ve hayat başlayacak. İşe gitme telaşları, sigara altları, haydaa telefonunu unutmuşsun dön bakalım eve. İki adım uzaklaşılmış olunsa dahi ne can sıkar o dönüşler. Unuttuğuna mı yanarsın, döndüğüne mi? Geç kalma korkusu mu dolaştırır ayaklarını?
O an ‘neden' diye sormuyorsan, ‘mutluyum' diyorsun!
Sorgulamaya başladığın anda çöküyor hayat.
Yıkıntıların arasında kalırsan, göçük altında seni kimsenin aramayacağını ve yokluğunun fark edilmeyeceğini de biliyorsun.
Bugün sen olmasan ne değişir dünyada?
Sen yoksun diye buz atılmaz mı rakıya?
Paçanga böreği ara sıcak olmaktan çıkar, ana yemek mi olur?
Arnavut ciğerine senin adını mı verirler törenle?
Balıklar karaya mı vurur üzüntüsünden?
Buzullar erimez, Eskimolar, bıktık bu hayattan madem o yok Ekvator'a taşınıyoruz mu der?
Tüm çocuklar masumdur ama en masum çocuğun adı, inanmaktır!
Beklentiyi, umudu, mavi gökyüzünü, akla gelecek veya gelmeyecek ne kadar güzel şey varsa, o kadarını barındırır içinde.
Tüm okyanuslar senin derler, inanırsın!
Jüpiter de senin!
Ormanda adını bile bilmediğin tüm kök salmış ağaçlar, gölgeleri ve kuytuları da senin!
Dünyanın hâkimi gibi hissedersin fakat amaaan bugün de işe gitmeyivereyim demezsin!
Yatakta biraz daha kalmak, uyanınca okyanusları kırk dokuz yıllığına kiraya vermek, ormanları kürdan üreten şirketlere satmak gelmez aklına.
‘Emekli olunca' diye başlayan cümleler kurmaya başlarsın haddinden fazla sıkıldığında.
Kimse de sana Jüpiter'e yerleş aklını vermez. Zaten senin kardeşim!
Tuttuğun takım şampiyon olur o sene.
Hayatının en büyük balığını yakalar, üstüne de bir hafta tatil yapınca unutursun her şeyi.
Nefes alıp vermenin kirası olarak gelen faturaları ödersin!
Okul masraflarından sebep senetler imzalarsın.
Yaşadığın hayata değil de çok içtiğin bir akşam sağa sola bulaştın diye üzülürken yakalarsın kendini.
Ormanda çok ağaç vardır.
Jüpiter çok uzak, okyanuslar çok büyük ve sen çok küçüksündür.
Hazmetmenin zorlaştığını, her şey olabilecekken kendi gibi olan adamlara saygı duymak gerektiğini öğrenirsin.
Çıplak bir Eskimo'nun yanındaki şezlonga uzanması bile şaşırtmaz seni.
“Sıkıldık ağabey kurutup kurutup ringa yemekten, içimiz dondu. Değişiklik olsun dedik.”
Rahat büyüyenler, arabayla geçerken gördüklerini sokak çocuklarını Dali çizmiş zanneder. Bilmezler ki her sokak çocuğu Vinci olabilir ekmek parasına!
O yüzden gündüz ayakkabı boyacısıdır en usta klarnetçi.
Balık lokantalarında çiçek satar tacı elinden alınmış kâinat güzeli.
Aradan yıllar geçince bu defa İstanbul'da Sirkeci'de rastlarsın Eskimo'ya. Kılık kıyafeti değişmiş, oturuşu kalkışı topluma uymuştur.
Balina kemiğinden tespih satıyor, evde kalmışlara penguen falı bakıyordur!
İnanınca çıkıyormuş söyledikleri ama üç güne kadar ama üç vakte…
Bir gece uyanırsın gökyüzüne bakarsın yıldızları göremezsin.
Denize girersin balıkları göremezsin.
Ormanda yürürsün ağaçları göremezsin.
Duymasını bildikten sonra her ağacın, her taşın, bir hikayesi var! Bilirsin oysa, anlattıkları masalları bile dinlemiştin zamanında!
Tüm çocuklar masumdur ama en masum çocuğun adı, inanmaktır!