Yargıtay’ın tutukluluk süresini on yıl olarak yorumlaması sonrasındaki gelişmeler, adalete olan güveni temelden sarstı. On yıl boyunca neden hüküm verilemez? Deme noktasından uzaklaştık, salıverildikten sonra kaçanların derdine düştük. Esası tartışmayı unuttuk, on yıl süreyi birileri için az bulurken, diğerleri için çok bulur hale geldik. Adam gibi tartışabilmek için Yargıtay’ın tutukluluk süresine yirmi yıldır kararı vermesi gerekiyormuş! Tutukluluk süresinin bile keşmekeş oluşturması, adalet konusunda da geri kalmışlığımızın göstergesi.
Yandaş suçlu, kandaş suçlu, iyi suçlu, kötü suçlu şeklindeki tasnifler hukuki ilkelliktir. Suçlu suçludur. Mühim olan suçlananın bir an evvel hüküm giyip mahkûm olması ya da beraat etmesidir. Tutukluluk süresinin uzun, daha uzun olması kendini suçlu gören ve kabul eden için mükâfat olurken, masumiyetine inanan ve inanılanlar için zulüm mertebesine ulaşmakta. Bu durumun tespitini yapabilmek için hukuk bilgisine ve yüksek yargı mensubu olmaya gerek yok. İnsan olmak yeterli.
Tutukluluk süresinin netleşmesi gereken tarih çok önceden biliniyordu. Tüm hukukçular tarafından kötü bir ifadeyle kaleme alındığı kabul edilen kanun metni (net ifade taşıyan çok az) üç yıl, dört yıl, beş yıl en fazla altı yıl olarak yorumlandı. Üç yıl veya altı yıl tartışması yapılması gerekirken, Yargıtay’ın on yıl kararı tuz, biber ekti. Neden? Yargıtay sürpriz yapıp tutukluluk süresini iki yılla sınırlandırmış, öyle yorumlamış olsaydı kim ne diyebilirdi? Yapamadı. Şimdilik sadece Hizbullah militanları için kopan yaygara, o zaman çok daha adalet mekanizmamızın çürümüşlüğünü gözler önüne serecekti. Katiller, hırsızlar, ırz düşmanları, soyguncular, sayamayacağımız insanlık dışı mahlûk sırf hüküm yemedikleri için muteber vatandaş hakkını elde edecekti. Geciken adaletin veya adaletsizliğin yansımaları korkunç olacaktı. Kendi ayıplarını örtebilmek için binlerce, onbinlerce masumun eziyet çekmesini tercih ettiler.
Devamı 18 Ocak 2011 tarihli Hürhaber Gazetesi'nde