Sabahları Marmaraereğlisi'ndeki balıkçı kahvesi tenha ve keyifli oluyor...
Bir vakte kadar çalan cep telefonuna bakmama lüksümü kullanıp, günün ilk çayını yudumlarken, şafak sökerken çapara çıkmış rengârenk kayıkların limana girişlerini... Birbirlerini yıllardır tanıyan insanların selamlaşmasını... Her hallerinden emekli oldukları anlaşılanların büyük bir çaba ile bulmaca çözüşlerini...
Balıkhane nöbetini bırakmayan kedileri, özellikle feleğin çemberinden geçtiği her halinden belli olan kuyruksuzu...
Denizi, martıları izliyorum.
O gel geç ruh halini bilirsiniz!
İçinizdeki çocuk okulu kırmak istiyordur fakat aynada gördüğünüz adam çalışmak zorundadır...
İş gereği dışarda olmak, bir nevi özgürlük!
Olay; yaptığınız "özgürlük” tanımına bağlı tabi...
Bir fabrikada sekiz saat çalışabilir miydim? Okul bittikten sonra denedim, pazartesi sabah işe başladım perşembe öğleden sonra çıkardım önlüğü...
Neden bilmem, kuşaklı, uzun gri bir iş önlüğü vermişlerdi...
Görevim; devasa büyüklükteki bir tekstil makinesinin biten bobinlerini değiştirmekti...
Kalsaydım iki yıl sonra tekaütte ayrılacak adamın yerine elektrikçi olacaktım...
Sigortalı işti velhasıl, olmadı!
Geçen gün sigorta dökümlerini incelerken fabrikanın dört günlük sigorta ücretini yatırdığını gördüm, güleceğim tuttu...
Madalyonun bir de öteki yüzü var lakin girmeyeyim hiç!
Ama!
Şu yaşıma kadar öğrendiğim bir şey var; kimsenin yaptığı kimsenin yanına kar kalmıyor...
Eden, buluyor.
Belki biraz zaman alıyor fakat ekilen biçiliyor...
Öyle, hassas bir terazisi var hayatın!
Belki de yok!
Öyle olduğuna inanmak hoşuma gidiyor...
Lafın burasında, tezi sağlam temellere oturtmak için, yaşanmış bir iki insan hikâyesi yazmak var ama içimden gelmiyor...
Sizin etrafınızda da benzer şeyler oluyor, o hikâyelerden de yeterince biliyorsunuzdur zaten...
&&&
Yazıyı nerede ve nasıl okuyacaksınız bilmiyorum ama keyifli, güzel, içinizdeki çocuğun okulu kırdığı bir gün olsun... BUGÜN!