Şu an 80 ve 90'lı yıllarda doğanlar hayatlarını kurma yaşına geldi ama ekonomik olarak önceki nesillere, örneğin, 50-60'larda doğanlara göre çok daha zor şartlarda bulunduklarından bunda zorlanıyorlar. Türkiye'de bir önceki nesil için de işler pek o kadar kolay değildi. Bu sebepten ötürü, mesela ABD gibi ülkelerdeki dinamikleri buraya genellemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Yine de örneğin 20 sene öncesinin Türkiye'sine kıyasla ev-araba sahibi olmak artık çok ama çok daha zor.
Şu an üniversiteden mezun olanlar, 5-10 sene önce mezun olanlara göre iş bulma konusunda çok daha fazla zorlanıyor. Bir önceki nesil ise yeni neslin içinde bulunduğu şartları göremiyor ve bu zorlanmayı kendilerince genç neslin “aptal, tembel, ciddiyetsiz” zihniyetine bağlıyor. "Kaldır kafanı telefondan da iş bul artık!" uyarısı yapılırken iş bulmanın artık o kadar da kolay olmadığı göz önüne alınamıyor. Dahası artık telefondan, bilgisayardan, internetten çalışılabileceği gerçeği de asla kabul edilemiyor. “Gençler iş beğenmiyor” diye yorumlar yapılıyor. Herhalde beğenmeyecekler! Okumayanları geçin ama bunca sene okumuş, okul sıralarda dirsek çürütmüş gençlere haftanın 6 günü “esnek mesai saatlerinde”, asgari ücrete -ya da altına-, sigortasız iş teklif ederseniz adam herhalde gururuyla aç kalmayı tercih eder. Herkesin kendine göre çalışma prensipleri var. Olmalı da zaten. Yoksa bu insanların kendine saygısı kalmaz. Kendine saygısı kalmamış bir insandan da hiçbir konuda hayır gelmez.
Önceki nesillerin de boyutu hiçte azımsanmayacak düzeydeki katkısıyla, artık iş bulmanın, ev-araba sahibi olmanın eskisi gibi kolay olmadığını, ekonomi başta olmak üzere toplum şartlarının çok daha kötü durumda olduğunu anlatmaktan yorulmuş yeni nesil, yaşlıların suçlama ve kendini övmeyle karışık tavsiyelerine önceleri isyankâr sitemlerle karşılık verirdiler. Hatta sokak röportajlarında “Ekonomi çok iyi, çıkar cebindeki telefonu göster” diyen dayıların ağzına zorla telefon tıkan gençleri bile gördü bu gözler. Ama artık gençlerin yaklaşımı değişti. Laf anlatmaya çalışmaktan yoruldular, “Ne haliniz varsa görün” moduna geçtiler. Genel olarak gençlerin, dünyanın yeni halini değil de eski dinamikleri baz alan, öfkeli ve "geri kafalı" beyanlara laf anlatacak takati kalmadı.
İsyanı bırakıp köşelerine çekildiler. Ruhsuz, gri bir hale büründüler. Her şeyden, güzel günler görebilme ihtimalimizden umutlarını kesmiş gibiler. Dışarıda olan işlerini bitirip kendilerini bir an önce eve atmak istiyorlar. Heyecanları yok, öyle sevinmek, şaşırmak gibi reaksiyonlar vermiyorlar pek. Gezmek, sosyalleşmek, yeni heyecanlar bulmak, hatta en basitinden dışarıda yemek yiyebilmenin bile büyük bir mesele haline geldiği günümüz şartlarında temel ihtiyaçlar dışında hemen hemen her konu hakkında “Aman kim uğraşacak” diyerek kenara çekiliyorlar. Kısaca üzerine ölü toprağı serilmiş gibiler. Elini eteğini çekmişler hayatın getirisinden. Ya ruhları çekilmiş ya da çabalasalar da şartların asla istedikleri gibi olmayacağına kanaat getirmişler. Kimisi yurt dışına kaçma, daha iyi bir hayat, değerli, özel hissedecekleri bir ortama kavuşma hayaliyle hayata tutunuyor. Kimisi ise hiçbir şekilde tutunamıyor. Son yıllarda yaşamaya değer bir geleceğin hayalini bile kuramadıkları için bir mektupla intihar eden gençlere dair sık sık haberler okuyorum. Geçtiğimiz yıllarda Darıca'da intihar eden 18 yaşındaki Furkan Celep'in son satırları geliyor aklıma;
“Sorumluluk almak istemiyorum. Bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğuruna yıllarımı aylarımı harcamak istemiyorum. İş hayatı bana çok yorucu geliyor. Hem içten hem de dıştan yıpranıyorum. Bir şeyler uğuruna bunca sorun yaşamak bana mantıklı gelmiyor. Bunun yerine her şeyi arkada bırakıp gitmek, her şeyi kapatmak daha mantıklı geliyor.”
Yine ona çok benzer ifadelerle veda edip yaşamına son veren 21 yaşındaki Elazığlı genç Ferhat Eren var bir de. O da son vedasında geleceğe dair kaygılarını şu satırlarla ifade etmişti;
“Ben başa çıkamıyorum artık. Hayat ile mutluluk ve yaşamın bu dünyada bir ev, araba ve evlilik olması kadar saçma bir şey yok. Bu yaşıma kadar yaşayan bir ölü gibiydim. Hiçbir zaman ne mutlu ne de tatmin oldum. Sadece siz öyle olduğumu sandınız. Şimdi belki mutlu olacağım bir yere gitmek beni umutlandırıyor.”
Bu satırlara dair kendi yorumuma gelecek olursam, küçük bir yanımın kısmen hak verdiği, bir yanımın ise çok erken bulduğu bir vazgeçiş diyebilirim. Elden saygı duymaktan başka bir şey gelmez elbette ama en azından genç arkadaşlar şunu bilsin ki hayatın amacını ve anlamını bulmak uzun yıllara yayılan bir süreç. Üstelik bulduğumuz amaç zaman içinde anlamını yitirip değişebiliyor da. Çünkü bizler de değişiyoruz. O nedenle böyle kaygılarınız varsa lütfen bu kadar dertlenmeyin, yürüyebildiğiniz kadar yürümeye devam edin.
Bunları yazıp sizlerle paylaşıyor olmak inanın hem bir eğitimci hem de bir genç olarak inanın benim de canımı çok sıkıyor ancak maalesef günümüzde birçok gencin içinde yatan bu sessiz çığlığın, fısıltı düzeyinde dahi olsa bir nebze duyulabilmesine önayak olma düşüncesi oldu bana bu yazıyı yazdıran. Değerli büyüklerimiz, gençlerimizin yolunu aydınlatma adına tünelin ucundaki ışığı yakmak için hala çok geç değil…