Ekİm güneşinden korunmak için hasır bir şemsiyenin gölgesinde saklanıyorum. Uzun kollu gelmiştim oysa! Deniz hep anlattığım gibi masmavi işte, ilk yarım saatten sonra üzerime sinen rehavet. Kendi kendine gülümseme, bu yıl İbrice'de o küçük koydan yalnız denize girerken fark ettim gülümsediğimi, ruhum gülüyor besbelli. Gelip soran olsa aklıma bir şey geldi diyeceğim.
Kitap fuarındaki çocukların soruları var aklımda.
“Yazar mısın, şair misin sen?”
Reşat Nuri, Ahmet Hamdi, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Cahit Sıtkı, Necip Fazıl, Fakir Baykurt, Tevfik Fikret, Orhan Veli, Sait Faik geliyor gözümün önüne …
“İki tane öykü ve deneme kitabım var” diyorum. Anlıyormuş gibi bakıyorlar.
“Ne anlatıyorsun öykülerinde?”
Sıradan ama derinliği olan insanları, iyi insanları, yalnız insanları, kalbi kırılmış insanları, küsmüş insanları, balıkçıları, kasabaları, sokakları, bankları, denizi, martıları sonra…
Kitapların kapaklarını beğeniyorlar, “siz mi çizdiniz?”
Gülüyorum, “Gülay Hanım çizdi, Gülay Nalcı, ressam değilim ki ben!”
“Kim bu kadın, ikisi de aynı?”
“Ben Seher diyorum, siz kim isterseniz o olsun…”
Daha fazla zamanı olanlara eski bir radyocu olduğumu, yazılarımı şarkılara benzettiğimi, öykülerimi okuyan insanların ağzında bir tat bırakmak istediğimi, o ağızda kalan tadın bana göre dünyadaki her şeyden daha kıymetli olduğunu anlatıyorum
“Siz de kitap okur musunuz?”
“Okurum, elbet.”
“Neden?”
Garson geliyor, çok geçmeden de ortama uygun bir içecek getiriyor.
“Ağabey, güneşlenirken avuçlarını aç, çok faydası varmış!
“Dua eder gibi mi?”
“Onun gibi işte.”
“Ne biliyorsun?”
“Gelen yabancı turistlerin hepsi öyle yapıyor.”
Ben de açıyorum avuçlarımı, güneşe dönüyorum.
Tüm seyahatlerde olduğu gibi, bu şehirde yaşasaydım nasıl bir hayatım olurdu meselesine takılıyorum sonra. Hayalden tekneler, balık lokantaları, sahaf dükkânı, bahçe içerisinde, çardağı, asması olan tek katlı bir ev, türlü çiçekler.
Maviye boyuyorum hemen evi, göz açıp kapayana kadar dayayıp döşüyorum, küçük bir köpek kulübesi konduruyorum duvar dibine. Çocukken çizdiğimiz resimleri gibi bacasını da tüttürüyorum, bulutlar, arkada dağlar, dağların arasında gülen sarı güneş ve gökyüzünde uçan kuşlar…
Belki bu yüzden okuyorumdur! Başka bir hayatım olsa nasıl olurdu?
Her kitap bir ev, bir yaşam, bir liman…
Her kitap başka birinin hayatı değil mi?
Okurken görünmez oluyorsun bir nevi, kitap kahramanlarının en gizli, saklı sırlarını sen biliyorsun, ayrılırken, gülerken, sarılırken, saf delikanlı kandırılırken, bir genç kız öldürülürken hep oralardasın.
Hem, gerçek hayat gibi değil, zamanda yolculuk yapma şansın da var!
Yirmi sayfa geriye gittiğinde genç kız yaşıyor işte, şahit oluyorsun fakat müdahale edemiyorsun.
Gerçek hayatta da öyle olmuyor mu?
Şahit oluyorsun fakat müdahale etmiyorsun!
Okursan hayal kurabiliyorsun ve ne olursa olsun, nerede olursan ol, hayallerini senden almaya kimsenin gücü yetmiyor!
Dönüşte inadına parmak arası terliklerim ve şortumla biniyorum uçağa.
Gülüyorum.
Güzel tatlar kalsın ağzınızda, onu diyorum…