Göz, kendini; insanda Öz'ünü doğrudan göremez.
Ancak bir ayna yardımıyla yansımasını seyredebilir. İnsan da böyledir; kendi özünü doğrudan idrak edemez, ancak hayatın içindeki yansımalarla, olaylarla, ilişkilerle ve şahit olduklarıyla kendisini tanır.
Hayatın içinde kaybolan, maddenin derinliklerine gömülen kişi, dış dünyaya bakar ama kendini göremez. Duyar ama özünü işitmez. Hakikat öylesine aşikârdır ki, insan bazen onu göremez. Tıpkı gözün kendini görememesi gibi, insan da özünü fark etmekte zorlanır.
İnsanın kendini tanıma yolculuğu, dış dünyada yaşananların iç dünyasına olan etkilerini gözlemlemekle başlar. Tıpkı suya bakarak yüzünün yansımasını görmek gibi, insan da karşısındaki insanlarda ve yaşanan olaylarda kendini görür.
Karşısındakine sabır gösterdiğinde sabrını, bir başkasına merhamet ettiğinde merhametini fark eder.
Oysa dışarıda aradığı her şey, içeride zaten mevcuttur. Tüm cevaplar, tüm arayışlar, tüm huzursuzluklar iç âlemin aynasında yansır. İnsan kendini bulduğunda, Rabbini bulur.
Belki de bu yüzden, “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” denmiştir.
Kendi özünü görmek isteyen bir insan, kendini hayatın akışında seyretmelidir. Tepkilerinde, duygularında, sevinçlerinde ve üzünçlerinde gizlidir gerçek benliği.
Tıpkı bir aynaya bakar gibi, hayatın aynasına bakmalı, gördüklerinden korkmadan, kaçmadan, onları anlamaya çalışmalıdır.
Ancak o zaman insan, hakikatine doğru bir adım atabilir.
Belki de görmeye dışarıdan değil, içeriden başlamalısın.