Akşamları işleri toparladıktan sonra maksat spor olsun, belki azıcık göbeği eritirim düşüncesi ile mahallede bulunan basketbol sahasına gidiyorum haliyle ben yaşlarda kimse olmuyor, çocuklarını getiren somurtkan babalar, kilolu ergenler...
Michael Jordan seviyesindeki! adamların dört bilemedin beş yaşındaki yavrulara basketbol öğreteceğim diye çektirdiği eziyeti görmeniz lazım.
"Karpuz gibi atma o topu!"
"Vura vura zıplatma, zıplatırken topa bakma, rakibine bak!"
Rakip?
"Sür topu sür..."
Sonra göstermek için kendileri alıyorlar topu, en havalısından bir kaç hareket, ters turnike, karavana...
Ergenler daha bir başka, ayakkabılara bakıyorlar önce, sonra şorta, tişörte, topun markasına, beğenip sizi kafalarında bir yere koyarlarsa iletişime geçiyorlar;
"Kaç yaşındasınız siz?"
"Kırk dört."
"Yuh babamdan da büyükmüşsünüz!"
"Bu mahallede mi oturuyorsunuz? Evetse nerde?"
Soruyu ekonomik durumunuzu anlayabilmek için soruyorlar, sitelerde bulunan evlerin fiyatları farklı farklı.
"Arabanız var mı?"
"Bizim sınıfta sizin sitede oturan bir arkadaşım var..."
Bu soru ile de doğruyu söyleyip söylemediğiniz test ediliyor...
Sonra ne kadar önemli bir adam olduğunu göstermeye geliyor iş;
"Takımda oynuyorum ben de, geçen sene finalde kaybettik!"
Anlık tanışıyoruz öyle ama isimleri kalmıyor aklımda; gözlük var, çok çabuk yoruluyor, dinleniyor sürekli, bonus kafa var okul takımında o da, üç maç yapmışlar üçünde de yenilmişler, koçları çok anlamıyormuş basketten sahi kolejde okuyormuş, sakallı var en tombulu o belli ki zorla gönderiyorlar evden aslında sevmiyor basket oynamayı, yan apartmanda aynı daireye bakıyor sürekli, annesi tülün arkasından kontrol ediyor muhtemelen...
Bonus kafa, gözlük ve sakallı tanımıyor birbirini, yalnız başlarına geliyorlar, yalnız oynuyorlar hava kararmaya başlayınca da gidiyorlar...Üzülüyorum ergenlerin hallerine, bir içe kapanıklık, bir başınalık, yaşıtları ile arkadaşlık yapamamalarının sebebi; en önemli benim halleri, bir tatlı su kurnazlığı, dakikasında insanları kategorize etme isteği, ego, üzerlerinden akan yapış yapış cahillik... Sonuç; o yaşta maç yapacak kadar arkadaşın yok agacığım, ayakkabın en pahalısından olsa kaç yazar?
Neyse...
Tenis kortu, basketbol sahası, mini bir futbol sahası, belediye yaptırmış, ışıklandırmış hem de, gelen yok iyi mi?
Milli Takım gelecek diye General Basri Saran Stadyumu'nun ışıklandırıldığı günü hatırlıyorum, ne heyecan!
Bizim zamanımızda olsa siz oynayacaksınız biz oynayacağız diye kavga çıkardı, top yoktu, doğru dürüst spor ayakkabı yoktu yahu var mı daha ötesi?
O günlerde biri bizi toplasa; "ileride bedava sahalar olacak hem ışıklı fakat çocuklar gelmeyecek" dese, bildiğin alay eder, olur muymuş öyle şey diye güler geçerdik.
Oluyor işte, Olmuş!