Hükmetmeyİ en çok istediğim şey ŞİDDET! Yıllardır gördüğüm(üz) biz ona hükmedemedikçe şiddet bize hükmeder hale geldi. Terör eylemlerinden söz etmiyorum. İnsanların ailelerine uyguladığı şiddet sözünü ettiğim. Kocaların karılarına, çocuklarına uyguladığı şiddet. Sadece hoşça vakit geçirmeye gidilen stadyumlardaki koltuk söktüren şiddet. Hastane acil kapılarında yaşanan, adliye koridorlarına sarkan, dağa kaçmayı kurtuluş sananların uğradığı şiddetten söz ediyorum.
Öylesine hal aldı ki henüz okul yaşına gelmemiş çocukların boğazına dayanan bıçaklar var. Anneden hırs almak için çocuklarının kafalarına sıkılan kurşunlar var artık. Hem de bir değil, iki değil, üç değil…
Şiddet, kitaplarda yazan ortaçağın veba salgını gibi. Girdiği yerde hızla ürüyor. Kan döküyor, can alıyor. Baş etmesi de giderek güçleşiyor. Polise gidiyor anne “dövdü mü seni, çocukları...” deyip ‘dayak yemesini bekle' diyen yasaların hüküm sürdüğü, erkek egemen emniyet güçlerinin hemcinsini gizli bir biçimde korumaya aldığı adaletsiz adalet. Bağırmaktan bitap düşmüş anne'nin ses üretemeyen tellerinin titreşiminde “emziksiz uyuyamaz benim yavrularım” feryatları yükseliyor, musalla taşı üzerindeki sandukalar başında.
Biz ona hükmedemedikçe şiddet bize hükmeder hale geliyor.
Neden?
İlk akla gelen “uzmanlar ne diyor?” oluyor!
“insanın içindeki saldırganlık dürtüsü”dür diyor onlar.
“Uygarlık tarihi, bu dürtüyü frenlenme çabasıdır” diye ekliyorlar. Bu tarih sayfalarında ne yazıyorsa çok başarılı olmuş görünmüyor.
Bir başka tez, şiddetin nedeninin kalıtsal değil, toplumsal olduğunu söylüyor. “Öfkeyi üreten, şiddeti büyüten sefalettir, cehalettir. O yüzden şiddetle mücadele için önce onu yetiştiren bataklığı kurutmak gerekir.” diyorlar ancak halen sivrisinekler ile meşguller, bataklık kimsenin aklına gelmiyor. Hatta bazı büyük büyük adamlar, kurtuluşu eğitimde DİN eksikliği ile özetleyecek kadar pervasız olabiliyorlar.
Günümüzde şiddetin elementlerine bakıldığında, “Yanlış eğitilmiş, vahşi tabiatlı insancıklar” ın çok ötesine geçen sorumlular listesiyle ve çok daha geniş gerekçeler yelpazesiyle karşılaşabiliriz.
Bugünkü şiddeti doğuran önemli gerekçelerden biri, güç kullanımının, iktidarı elinde tutan tarafından bir hükmetme yolu olarak benimsenmesi... ‘Üst akıl' denen olgunun, devlet sorunlarından holigan salgınına, aile içi şiddetten öğrenci hareketlerine kadar hiçbir alanda barışçı çözümler üretememesi... Bunun neyine ‘Üst Akıl' diyoruz o da muamma!
Şiddetin başka gerekçesi, toplumda “gücü gücü yetene” ilkesinin şiar edinilmiş olması. Elinde güç olan bunu, iktidarını pekiştirmek için kullanmaktan çekinmiyor günümüzde. Şiddeti reddeden çözüm yollarının, özgürlükçü ifade kanallarının tıkalı olması da bir başka gerekçe... Kaba kuvvetin, sonuç veren bir yöntem olarak benimsenmesi, bu nedenle de herkesin güç edinme peşine düşmesi... gibi gerekçeler geliyor aklıma
Ama en önemlisi, adaletsizlik...
Ben bugün şiddetin üremesinde “haksızlık”ın rolünün, cehalet ve sefalet kadar önemli hale geldiğine inanıyorum.
Aslında son derece sabırlı, çözümü hep başkalarına ısmarlayan bir toplumuz. Eski deyimle mütevekkiliz yani. Örneğin insanlar hiç itiraz etmeden saatlerce kuyruk bekleyebiliyor bizim toplumumuz da. Ancak biri omuz atıp haksız yere öne geçtiğinde ve yetkililer buna müdahale etmediğinde, hatta görmezden geldiklerinde, bu haksızlığa isyan başlar ve şiddet devreye girer. Oysa bu sıranın olmaması gerekliliği üzerine hiç kafa yorulmaz bizde. İlle de sabrın taşması beklenir. Bu “sabır taşması hali”, yaşamımızın her alanında mevcudiyetini koruyor. O mevcudiyeti yok etmenin yegane temeli yani şiddetin en güçlü panzehiri adalettir.
Tıpkı bir çok insanın haykırdığı gibi şiddet
“HAK ,HUKUK, ADALET” geldiğinde bitecektir.