İslâm; toplumsal kaynaşmanın, uyum içinde birlikte yaşamanın gerekliliği ve faydaları üzerinde durmuştur. İslam, insanın mala ve maddiyata sahip olmasını, ama onlara köle olmamasını emretmektedir. Modern yaşamda toplumsal değer yargılarını kaybetmeye başlayan günümüz insanı mala ve maddi olana karşı aşırı muhabbet beslemesiyle birlikte İslam'ın öngördüğü ülfet ve toplumsal dayanışma ruhunu kaybetmekte ve birbirine yabancılaşmaktadır.
SİZ BİR ATEŞ ÇUKURUNUN TAM KENARINDA İKEN ALLAH SİZİ ORADAN KURTARDI
Kur'ân-ı Kerîm'de ülfet kavramı sosyal ve ahlâkî anlam da iki yerde geçmektedir. Âl-i İmrân sûresinin 103. âyetinde Müslümanlar Allah'ın dinine ve kitabına sarılıp tefrikadan kaçınmaya çağrıldıktan sonra asırlardan beri birbiriyle çatışma halinde bulunan Arap topluluklarının, özellikle Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin Allah'ın kalplerine verdiği ülfet sayesinde kardeş oldukları belirtilmekte, bu değişim, “Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken Allah sizi oradan kurtardı” şeklinde dile getirilmektedir. Enfâl süresinin 63. Âyetinde ise Hz. Peygamber'e hitaben, “Dünyanın bütün servetlerini harcasaydın onların gönüllerini birleştiremezdin” ifadesiyle aynı çatışmacı kültüre işaret edilmiş ve Allah'ın kalplerine koyduğu ülfetle onları kaynaştırdığı bildirilmiştir. İslâm öncesi çatışma ve savaşlar, İslâm sonrası ise ülfet ve muhabbet dönemidir. Hadislerde de Araplar arasındaki eski düşmanlıklara temas edilerek İslâm'ın ve Resûlullah'ın birbirine düşman olanları birbiriyle uzlaştırdığına dikkat çekilmektedir (Müsned, I, 190; Buhârî, “Meġāzî”, 56). Resûl-i Ekrem'in ashabına öğrettiği bir duada, “Allahım, kalplerimize ülfet ver, aramızı düzelt!” ifadesi de yer alır” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 178).
MÜNAFIKLAR KİBİRLİDİR ONLARLA İLİŞKİ KURULAMAZ
Allah Rasülü mü'mini “başkalarıyla ülfet eden kimse” diye tanımlamış, başkalarıyla ülfet etmeyen kimsede hayır bulunmadığını bildirmiş (Müsned, II, 400), münafıkların kusurlarını sayarken de, “Kibirlidirler, ne onlar başkalarıyla ne başkaları onlarla ilişki kurabilir” demiştir. (Müsned, II, 393)
Asr-ı saadet; her yönüyle bize örnek olan mümtaz bir topluluktur. Hz. Peygamber'in örnekliğinde kendi hayatına yön veren sahabe, toplumsal dayanışmanın ülfet ve merhametinde hem bireysel hem de toplumsal olarak en büyük örneklerini vermiştir. Allahın elçisi kendisini öldürmeye çalışan ve türlü eziyetleri revâ gören Mekkelilere iyi davranmış ve zamanla onların sevgisini kazanmıştır. Ayeti kerime bu gerçeği şu şekilde ifade etmektedir. “Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile.” (Âl-i İmrân, 3/159.) Allah Resûlü'nün bu tavrı bizlere toplum içerisinde insanlarla olan ilişkilerimizi şekillendirecek ilkeler sunmaktadır. Kuşkusuz temel ilke, maruf (iyi) olan her şeyde dayanışmadır. Allah'ın emrettiği gibi insanlara güzellikleri anlatmak ve bölünüp parçalanmaksızın Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak ise ana hedef olarak gösterilmiştir. Tevazu sahibi olmak, böbürlenme ve taşkınlıkları ortadan kaldıracaktır. Mü'minin gösterdiği tevazu ise kendisini yüceltecek, bağışlayıcılığı da izzet ve onurunu artıracaktır.
Mekke'nin fethedildiği gün, yıllar önce kovularak yurtlarından çıkarılan hakaretlere uğrayan, sürekli olarak tehditlere maruz kalan ashâbına, öç alma fırsatının ellerine geçtiği O günde, Hz. Peygamber onları affetmiş, mal ve canlarının güvende olduğunu bildirmiştir.
İlahi affa kavuşabilmek temennisiyle kalın sağlıcakla…