Çalan alarmı susturmak için telefonuma uzanıyorum. Oysa çoktan uyanmış, pencerenin perdesini açmış ve her sabah olduğu gibi yatakta kitap keyfi yapıyordum. Telefonun -nasılsa- bundan haberi yok. Bazı telefonlar çok da akıllı değilmiş anlaşılan. Çoğu zaman yazdığım sözcükleri kafasına göre değiştirmekte pek mahir ama, sanki söylemek istediklerimi benden iyi bilirmiş, daha doğru anlamlandırabilirmiş gibi. Neyse, kitap okumamı kıskanmış ve kendisiyle ilgilenmemi istemiş olacak ki tanıdık müziğin ritmiyle “günaydın” demesine daha fazla kayıtsız kalamadım. Ekran bildirimlerine kısaca göz gezdirirken, Hürriyet Gazetesi' nin internet sitesinden gelen elektronik postanın başlığı dikkatimi çekti : “Açlık krizi derinleşiyor” yazıyordu. Siyah kalın puntolarla yazılmış yazının içeriği, daha küçük yazılarla şöyle devam ediyordu: “Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte gündemden düşmeyen gıda krizi, uzun yıllardır açlıkla mücadele eden ülkelerin durumunu daha da kötüleştirdi. Oxfam' ın Avrupa Birliği Gıda Uzmanı Hanna Saarinen, ‘dünya eşi görülmemiş bir açlık krizine doğru ilerliyor. Şu an yaşadıklarımız başımıza gelebilecek en kötü senaryoydu. Eşitsizlik ve yoksulluk, açlığın ana nedenleri. Herkes için çalışan bir gıda sistemine ihtiyacımız var' dedi.”
Okuduklarımın anlamını zihnimde tam olarak kavramaya ve sindirmeye çalışırken, dünyanın ihtiyacı olan en önemli şeyin “adalet” olduğu duygusuna kapıldım. Adil olmayan bir dünya düzeninde “eşitlikten” bahsetmek nasıl mümkün olabilirdi ki. Ayrıca, adaletsizliğin bulaşıcı bir virüs gibi, büyükten küçüğe tüm ülkeleri ve insanlığı ele geçirdiği böyle bir düzende “yoksulluğun ve açlığın” giderilmesi mümkün olabilir mi? diye düşünmeden de edemedim.
Bu düşünceleri bir kenara not etmeliyim derken, bir ayrıntıyı fark ettim: Üç gündür elimden düşürmediğim ve bu sabah son sayfalarını okuduktan sonra, bazı notlar alıp kenara koyduğum kitabın kadın kahramanının ismi de “Hanna” ydı. Üstelik bu ismi ilk kez duyuyor gibiydim. Yıllar önce filmini izlediğim ve belleğimde yer eden bu hüzünlü aşk öyküsünün (Reader-Okuyucu) kitabı çok daha etkileyiciydi. Hanna' nın trajik yaşam öyküsünü bir kez de Bernard Shilink' in yazdıklarından okumak beni oldukça sarsmış, güne hüzünlü başlamama neden olmuştu.
Bunun üzerine bir de günümüzün “Hanna” sının söyledikleriyle karşılaşınca, bunun bir tesadüf mü, yoksa ilahi bir mesaj mı olduğu hakkında kararsız kaldım. İkisini yan yana düşündüğümde, aslında yaşadıkları zaman olarak aralarında çok uzun yıllar olsa da, ikisinin de istediğinin aynı şey olduğunu gördüm, en çok ihtiyacımız olan şey: Adalet.
Dünya Çevre Günü ile ilgili yazmayı düşünürken (pek bir şey değişmeyeceğini bildiğimden olsa gerek) bunu yazmaya karar verdim. Biliyorum ki “adalet”, açlık ve yoksulluk kadar, çevre için de aynı derecede önemli.