Bu konulara girmek pek benim tarzım değil aslında. Ancak konu ilgimi çekti ve hakkında küçük çaplı bir araştırma yaptıktan sonra öğrendiklerimi sizlerle de paylaşma gereği duydum.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü, geçtiğimiz Pazar'a tekabül ediyordu. Kamu spotlarında, kitaplarda, broşürlerde zihinsel engelliler genelde en fazla 16 yaşa kadar olan çocuklardan seçilir değil mi? Yanılmıyorsam genelde de 4-5 yaşlarında sevimli “Down Sendromlu” çocuk fotoğrafları oldukça popülerdir, revaçtadır.
Genelde hiç kimse o resimleri gördükten sonra "Bu çocuk elli yaşına gelince ne olacak?" diye sormaz. "Acaba neden çevremde hiç yaşını başını almış saçına ak düşmüş kerli ferli bir otizmli, Down Sendromlu, zihinsel engelli görmüyorum?" diye kimse sorgulamaz, sorgulamak aklımıza bile gelmez. Sanki bu çocuklar on beş yaşına kadar yaşıyor, on beşinden sonra da mucizevî bir şekilde puf diye dünyadan yok olup gidiyorlarmış gibi bir algı var ortada.
O çocuklar 15 yaşından sonra ne oluyor ben size anlatayım.
Eğitim için kurum bulamıyorlar, devletin sevk ettiği kurum sayısı sınırlı, yetersiz ve kontenjanlar da genelde çok sınırlı. Sırada bekliyorlar. Öyle çok ücra yerlerde de değil he, dünyanın sayılı metropollerinden İstanbul'da oluyor tüm bunlar.
Yaptığım araştırmalara dayanarak söylüyorum ki kurum bulunsa dahi orta ve ağır düzey zihinsel engelliler yoğun eğitimle dahi çok yol kat edemezler. Beyin kimyaları normal ve normalüstü zekâya sahip bireylerinkinden bir hayli farklı çalıştığı için epilepsiyi andıran krizler geçirebilirler ve bu krizler genelde senelerce öğrendikleri pek çok şeyi unutturucu niteliktedir. Bu arada öğrenmek derken ışığı açıp kapamak, pantolonunu giyip çıkarmak, yemeği dökmeden yemek gibi basit, gündelik işlerden bahsediyorum, kuantum fiziği falan gelmesin aklınıza. Okuma yazma, sayma falan şöyle bir dursun, en temel öz bakım becerilerini bile bin bir zorlukla ancak öğrenebilen bireylerden söz ediyoruz.
Maalesef tek amacı devletten para kopartmak olan, özellikle tabiri caizse “varoş” mahallelerde kapı, kapı dolaşıp kendisini dershaneymiş, etüt merkeziymiş gibi tanıtan, cahil aileleri kandırıp ihtiyacı olmayan çocuklara bile zorla zihinsel engelli raporu aldırtan, eğitim verdiği çocuk başına devletten prim alan özel eğitim rehabilitasyon merkezleri gerçeğini zaten hiç tartışmayalım bile. Burada genelleme yapıyorum, hiçbir kurum lütfen üzerine alınmasın ama bunlar sıklıkla duyduğumuz şeyler. Bu özel bireyleri bile kendi çıkarları doğrultusunda farklı amaçlara alet eden kurum ve kişilerin yaptıkları sizce insanlığa sığar mı?
Haftada maksimum iki-üç defa gidilebilen bu yerler adamakıllı eğitim vermezler, tek düşündükleri paradır, bireylere her gidişte maksimum 40 dakika gibi bir süre ayırırlar. Gerçekten ihtiyacı olan çocukların, sürekli ve rutin bir eğitim alması gerekirken haftada bir iki defa yarım saatliğine gelip aldığı eğitim ne kadar kalıcıdır sizin takdirinize bırakıyorum.
Zaten 18 yaşından sonra yaş iyiden iyiye bir problem haline gelir. Çocuk erkekse onca rapora, sicile rağmen bir de sizi askere çağırırlar, çocuğu da alıp milletin içinde tabiri caizse rezalet çıkara, çıkara çocuğun zihinsel engelli olduğunu bir de teğmen ağabeylere kanıtlamak zorunda kalırsın. Çevremden dinlediğim örneklerden yola çıkarak anlatıyorum size bu acı deneyimleri.
Belli bir yaştan sonra ilgilenecek kurum dahi bulamazsın. Zaten çocuğun on iki yaşından sonra aldığı eğitimin de bir süre sonra bir anlamı kalmamaya başlar. Artan rahatsızlıklar, artan kırmızı reçeteli ilaçlar, anlam verilemeyen hastalıklar ve o hastalıkların yol açtığı başka hastalıklar derken o broşürlerde gördüğünüz sevimli çocuklar otuz yaşında delilere dönerler.
Ha, gelelim bir de işin en ama en acı tarafına. O çocuk büyürken siz yaşlanırsınız. Yaşıtlarınız torun severken siz hala otuz kırk yaşında bir bedene hapsolmuş bir bebeğe bakmak zorundasınızdır. Üstelik siz de altmışı, yetmişi görmüşsünüzdür. Antidepresansız tek gün geçiremez hale gelirsiniz. Kimi zaman da en yakınım dediğiniz kardeşler, akrabalar hep toz duman olmuştur, hiç elleşmezler. Belki de aileniz de dağılmıştır. Baba ya da anneden biri karşı tarafı suçlayıp kaçmıştır. Sinirleriniz harap olmuştur. Ömrünüzün yarısından fazlasını vefa ettiğiniz halde hiçbir sonuç alamamak, elinizdeki çocuğun hala kundaktaki bebekten farksız oluşu sizi yıpratır. Ne o yılları geri alabilirsiniz ne çocuğunuzu düzeltebilirsiniz. Bir ömrünüz vardır ve yarısı adeta boşa gitmiştir. Evet, ağır oldu ama gerçek bu. Boşa gitmiştir. Çabanız, fedakârlıklarınız hiçbir sonuç vermemiştir. Harcadığınız yılların size hiçbir getirisi olmamıştır. Kimse size altın madalya falan takmamıştır kendinizi heba ettiniz diye. Hiç öyle "Ay ben onun gülüşüne kurban olurum..." edebiyatına girmeyin. Yaşamadan kamyoncu edebiyatı kasmak derler buna. Bir de yaşayan sorun.
Bu ülkede 50 yaşında zihinsel engelli yok mu, var? Nerede mi, en yakın ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde ilaçla uyutuluyor sürekli. Görmüyorsun, çünkü ebeveynleri öldü, akrabaları uğraşmadı.
Hiç öyle arabesk takılmayın, ülkenin gerçekleri bunlar. Üstüne para verseler bir saat bakmayacağınız çocukla sırf aranızda anne/baba - çocuk bağı var diye her şeyi göze alabileceğinizi zannetmeyin. Bir insanın ömrünü başka birine adamasını, sürekli ona odaklı yaşamasını ve bunun kendi tercihi olmamasını anlayamazsınız. Bir insanın başka bir insanı hem deli gibi sevmesi hem bazı zamanlar onun hakkında "Acaba doğmasaydı, acaba hastalanıp ölseydi... mutlu olur muydum?" diye düşünmesi ve akabinde pişman olup vicdan azabından gebermesi hiç kolay değildir. Yazması kolay, okuması daha kolay ancak bunlar bir insanın yaşamadan hayal bile edemeyeceği kadar büyük acılar. Bu gün de böyle hassas bir mevzuyu naçizane köşemde gündeme getirme gereği duydum. Allah bunları yaşayanlara sabırlar versin.