Sitenin girişinde ormanın kıyısında eskiden çok ünlü birininmiş ev, sıkıldı mı yoksa parayı mı sıkıştı bilemeyeceğim bir sebepten zengin bir adama satmış, o zengin adamda bizim arkadaşlara kiralamış.
Büyükçe bir bahçesi daha ilk bakışta oynaşmak için yapıldığını düşündüğüm sini kadar havuzu var… Meyve ağaçları, isimlerini bir türlü şu yaşıma kadar becerip öğrenemediğim, bu yaştan sonra 4da öğrenemeyeceğime kanaat getirdiğim türlü renk ve kokuda çiçekler, toprağın üzerini yorgan gibi kaplayan caanım yeşil çimenler, kuş sesleri, sessizlik, huzur, insanı serseme çeviren temiz hava…
Kaçmak isteyen fakat kaçamayacaklarını bildikleri için azıcık uzaklaşsam daha ne isterim düşüncesiyle temelleri atılmış, birbirinden bağımsız, birbirinden uzak, seyrek görüşelim mümkünse hiç görüşmeyelim mesajı veren, yaşayanların karakterlerinin bahçelerine sindiği, baharda ne güzel olur buraları diye düşündüğüm evler…
Eskiden olsa; böyle bir evi olmalı insanın diye geçirirdim içimden, kıskanmaktan, hasetlenmekten çok taktir amaçlı yapardım bunu sonra evin kaç para olduğunu tahmin etmeye çalışır, üç aşağı beş yukarı belirlediğim rakamın kaç maaşıma denk geldiğini hesap ederdim etrafta birileri varsa onlara belli etmeden.
Gençlik içten içe yaptırıyor böyle şeyler. Zaman geçince şimdiki gibi komik geliyor.
Zenginin malı züğürdün zihnini de yoruyor besbelli.
Üç sene kadar oluyor buralara yakın bir köyün muhtarı ile tanıştırmışlardı beni.
Orta boylu, bıyıklı, daha ilk bakışta uyanık olduğu belli olan bir adam.
Mesleğin; gazoz satmak olduğunu öğrenince, köyde bulunan tatlı su kaynağından, şişeleme tesisi açmak istediğinden bahsetmiş, benim elimden bir şey gelip gelmeyeceğini sormuştu.
Sahada geçirdiğim yıllardan sebep fazlası ile idmanlıyım bu konulara.
Küçük bir kasabada bulunan lokanta sahibine; "çorban çok güzel olmuş eline sağlık" dersin, bir saat adamın şubeleşme hayallerini dinlersin;
"Oraya da açacağım küçücük bir dükkan, sadece çorba olacak, bak sen nasıl beğendin onlar da beğenir, sonra bir tane daha, bir tane daha..."
Hayalden meyve bahçeleri, meyve suyu tesisleri;
"Nasıl elma?"
"Kütür kütür ağabey."
"Bahçeden bizim! Kokla bir kere mübareği, derin derin çek içine…"
"Ohh mis"
"Bu elma- nın fidesini dedem çarşamba pazarından almış, satan adam fideyi Kazakistan'dan getirdiğini söylemiş dedem inanmamış fakat ekmiş, neyse uzatmayayım; meşe palamudu elli senede, vişne dört senede, elma bir yılda meyve verir… Fidenin sen-i devriyesinde bir elma! Bir elma Ali kardeşim, dallar çatırdıyor, ben o kadar diyeyim sen anla… Migros'a BİM'e numune götürsem ilgilenmezler mi?"
"İlgilenmez olurlar mı ağabey!"
"Ha yaşa."
"Sizin bahçede kaç elma ağacı var ağabey?"
"Sekiz."
Akşam yemeğinde balık tesisi kurmuşluğumuz var!
"Kırmızı çilli alabalık yetiştireceğiz! Alabalık her yerde var, kırmızı çillisi yok. Ben satmaktan anlamam, kurarım tesisi, geçersin başına."
Satıcılığın böyle olayı var. Müşteri her zaman haklıdırdan hareketle yemeğe oturduğun adamlarla ticaret yapıyorsan;
Tesisi ben kurayım başına sen geç diyemezsin yani.
"Olur ağabey."
"Oturunca aklıma gelmedi, araştırmıştım… Bu meret kasım ve mart ayları arasında yumurtlar, dişiler üç, erkekleri iki yaşında kıvama gelir. Dişi alabalık bin bilemedin iki bin adet yumurtlar… Sağım çok önemli, işin erbabını bulmak lazım… Tamam tamam oldu bu iş…"
Toyken masadaki sohbetin arkasını aramışlığım var;
"Ağabey ne oldu bizi kırmızı çilli alabalık işi?"
"Ne zaman dersen çekeriz kafaları Aliciğim, alabalık da yeriz!"
"Tesis?"
"Galatasaray'ın tesislerine de gideriz bir gün."
Muhtarla her karşılaştığımızda, tatlı su kaynağının üzerine kuruyoruz tesisi, köylü de ortak, onlar şişeliyor ben satıyorum. Önce damacana başlıyoruz, bayiler buluyoruz, ardından pet sonra cam şişe, şirket büyüyor, ee su bu başka bir şeye benzemez ki.
Kul kurar kader gülermiş.
Geçen sene tık diye gitti muhtar! Allah rahmet eylesin.
Ne diyordum; böyle bahçeli bir ev kaç paradır acaba?