Allah sabır versin…
Bir güzel insan geldi ve gitti bu dünyadan… Dün toprağa verildiği memleketinde başladığı hayat serüvenine Silivri'de kendi eliyle hiç kimsenin değiştirmeye gücü yetmediği ve yetişemediği noktayı koydu da gitti…
Bizim ne kadar canımız yandı bu ani gidişle biliniyor da ardından gözü yaşlı birbirine sarılarak bakan daha 1,5 yıllık eşi ve şimdiden gözleri ağılamaktan kuruyan annesinin hissettiği keder resimlerden bile insanın kalbine işliyor…
Bu nasıl bir son anlamlandırmak da anlamak kadar güç…
Huzur içinde uyu Müdürüm, Allah Mekanını Cennet eylesin, sevenlerine sabır versin…
***
Söz etmeyi sevmeyiz kendisinden ama yok saymak da bir şeyi değiştirmiyor; ölüm hayatın gerçeği… Ani kayıpların ardından dönüp geriye bakıldığında aslında her ne kadar biz kondurmak istemesek de esasen gelişinin barizliği sonradan ziyadesiyle net görülür… Ölümcül bir hastalığın gelişini de, ellerimizden, aramızdan kayan insanların da hayatlarını bilmemize rağmen kötü sonu göremeyecek kadar körleşiriz… Görmek istediklerimizi görmek, diğer gerçeklerimizi ortadan kaldırmıyor ne yazık ki… Hayat bize öyle bir lüks sunmamış. Ama biz daha sonra daha büyük bedeller ödemek pahasına bu kaçışlardan medet ummaktan vazgeçmiyoruz…
Hayat eşsiz bir öğretmen… Eğitim sisteminde ödülden ziyade kayıpla süreci ilerliyor olmasıyla ilgili durumu aklımızda netleştirmemiz lazım… Yerine gelecek kayıplar ve gelmeyecek olanlar… Her boşluk doldurulur kuşkusuz ancak gidenle hesabın kapanması, gelenle durumun net olması lazım…
***
Konudan konuya atlıyorum ama fark ettiğim başka bir şeyi de sizinle paylaşmak istiyorum…
İkide bir ‘yerli', ‘yabancı' kavramı bir şekilde gündemimize geliyor ya… Pazar sabahı sahilde yürürken bir an kendimi o kadar yabancı hissettim ki defalarca geçtiğim sokaklara, yanından geçtiğim mekânlar ve 17 yıldır yaşadığım bu şehre… Öyle bir dalga geçti içimden… Sonra düşündüm ‘ben buranın yabancısıysam 17 yaşıma kadar yaşadığım Bulgaristan'daki köyüme mi aitim?' Orayla ilgili burada yaşadığım yabancılıktan yüz kat fazlasını hissettim… 5 yıl kaldığım Ankara'yı hiç göresim yok zaten… Bence insan çok zor bir yere yüzde yüz ait hisseder… Ya da benim gibi hayatın oradan oraya sürüklediği insanlar, ki onlar artık çok fazla… Dönemin insanları aslında… Yerle ilgili aidiyet duygusunun gelişmesi, kök salmasının bu kadar zor olduğu zamanda aile ilişkilerine daha çok önem verilmesi gerektiği aşikar… Önyargılarınızdan, yargılamalarınızdan, suçlamalarınızdan olabildiğince arındırarak sevmek, sevilmek, mutluluk esas olmalı hayatımızda…
Kendinizi bir yere kabul ettirmek için çalışmak, para kazanmak için çalışmaya benzer… Siz sevdiğiniz işi yüreğinizi ortaya koyarak yapın, başarı da ardından maddi kazanç da kaçınılmaz olarak gelecek zaten…
Yani biri sizi sevsin diye bir şey yapmayın, siz ona sevginizden yola çıkarak içinizden geldiği gibi davranın… Anlarsa, hissederse, değer verirse size doğru yoldasınız, anlamıyorsa; üzgünüm yanlış istikamettesiniz… Bugün olmasa bile yarın bir yol ayrımında bulacaksınız kendinizi : ))