Sonbahar serinliğinde bir Haziran akşamı, evin sundurmasında sırtımı içi samanla doldurulmuş şiltelere dayamış kirli, renkleri solmuş, baklava desenli bir kilimin üzerinde oturuyorum...
Evin yıllardır tütmeyen bacasını yuva bellemiş bir baykuş ötüyor, sokaktan geçen birine havlıyor mahallenin köpekleri, adam öksürüyor, adımları hızlanıyor.
Televizyonun sesini açmış beynini yıkıyor komşum! Bu yaşına kadar tüm dokunulmazlık oyunlarını kaybettiğinin farkında değil!
Yarın sabah olunca kahveye gidecek, televizyonda izlediği birinin fikirlerini kendi fikirleriymiş gibi anlatacak, "olmaz" diyecek karşısında oturan, o da üç gün önce can sıkıntısından çözdüğü bulmacanın hemen yanında yer alan köşe yazarının fikirlerini savunacak... İkisi de iyi, farkında hissedecek cümleler bitince.
Çaylar gelecek, tüm borçlarını unutup biraz futbol, biraz siyaset konuşacaklar, kafaları dağılsın diye yancıları ile beraber okeye dönecekler...
Köşe dönmenin en kestirme yolu olarak bilim adamı olmak yerine futbolcu olmayı öğütleyecekler çocuklarına...
Anne; “Ah bir artist, manken olsa” diye geçirecek içinden kızının saçlarını tararken, güzellikse güzellik, endamsa endam!
Sabah akşam evlilik programlarını izleyecekler çekirdek çitlerken.
‘Kitap kapağı açmadan, bu hayata neden geldik?' diye sorgulamadan, düşünmeden, farkında olmadan, iz bırakmadan, her şeyi biliyor olmanın verdiği öz güvenle, kredi öderken gelip geçen ömürler...
Tam olarak trenin nereye gideceğini bilen, rayları döşeyenlerin istediği gibi.
Güneş doğmadan uyanan elleri kınalı ve nasırlı yaşını almış yalnız kadının, güneş doğmadan uyanıp, toz olmasın diye önce ıslatıp sonra süpürdüğü, kuru gündöndü sopalarının çevrelediği avlu kayboluyor gecede.
Görmesem de fırının, kuyunun, ahırın, erik ve akasya ağaçlarının yerini biliyorum, karanlığa bakıyorum aydınlıkta oturmanın verdiği güvenle, karanlık hakkımda ne düşünüyor kim bilir?
Ateş böceklerini görüyorum... Yanımda biri olsa tartışırdık diye geçiriyorum içimden, ben ateş diyeceğim o böcek! Tüm tartışmaları, alttan alarak kazanmış bir adamın rahatlığı ile gülüyorum sonra...
Köyün ışıkları sönüyorken ve evlerin yosunlu çatılarına çiğ düşmeye başlamışken komşumun çocuklarına seslendiğini duyuyorum;
" Arda... Hülya... yatın artık!"