“Hukuk düzeninin yokluğu kan döküyor

“Hukuk düzeninin yokluğu kan döküyor

21.01.2015 11:49:03

Bugüne kadar 21 kitap yazan Gazeteci-Yazar Taha Akyol, ‘Müslümanlar neden Cemel ve Sıffin’de birbirlerini öldürdü?’, ‘Kerbela faciasını önleyecek hukuki bir kurum neden yoktu?’ sorularına yanıt aradığı "Türkiye’nin Hukuk Serüveni” isimli son kitabını Silivri Belediyesi Söyleşi Günleri kapsamında Silivrililerle değerlendirdi. Geçtiğimiz günlerde Sergi ve Nikâh Salonu’nda gerçekleşen söyleşiye Akyol’u bizzat dinlemeye gelenler arasında; Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar, Başkan Yardımcısı Mehmet Has, ilçemiz eski Milli Eğitim Müdürü İkram Kayapınar, Silivri İlçesi Polis Hizmetlerini Geliştirme ve Güçlendirme Derneği Başkanı Seyfi Atun, meclis üyeleri ve vatandaşlar yer aldı.

"HUKUKU SİYASETİN ETKİSİNDE KALMADAN ANLATMAK GEREKİR”
Düzgün işleyen bir devlet çarkı için tarafsızlığına güvenilen mahkemeleri şart gören Taha Akyol, hukukun üstünlüğüne herkesten önce hâkim ve savcıların sahip çıkmasının yüce bir sorumluluk olduğu kanaatini şu görüşlerle paylaştı: "Hukuk üzerinden konuşurken partilerin etkisi altında kalmamaya dikkat etmek gerekir. Çünkü nasıl yargı bağımsız ve tarafsız olmam gerekir diyorsa hukuku da olabildiğince siyasetin etkisi altında kalmadan kendi kavramlarıyla, bir tür bağımsız ve tarafsız dille anlatmak gerekir.

"KANUN UYGULAYICILAR HUKUK BİRİKİMİNE SAHİP, OLGUN KİŞİLER OLMALI”
Türkiye’nin hukuk serüveni dediğimizde karşımıza İslam dünyasındaki en iyi ama Avrupa ölçeğinde baktığımızda hayli önüne alması gereken mesafe bulunan bir ölçüde geri kalmış bulunan bir tablo karşımıza çıkıyor. Bunun pek çok sebebi var. Hukuk bir gecede ilan edilerek sabahleyin kalktığımızda bütün mahkemelerin tarafsız olduğu, bütün hâkimlerin birinci sınıf olduğu, bütün savcıların en iyi savcılar olduğu, bütün avukatların en iyi avukatlar olduğu bir düzene kavuşmak mümkün değil istediğiniz kanunu çıkarın o kanunu uygulayacak olan insanların olgunlukları, tecrübeleri, hukuk birikimleri, duygularını bastırabilme kabiliyeti fevkalade önemli. Az gelişmiş ülkelerde bile insanlar daha çok bilgileriyle değil duygularıyla hareket ettiği için toplumu etkileyen duygu fırtınaları maalesef hâkim ve savcıları etkilemiyor. Bunu anlatacağım olaylara siyaset gözüyle bakılmamasını rica etmek için söyledim.

"MÜSLÜMANLAR CEMEL VE SIFFİN’DE NEDEN BİRBİRİNİ ÖLDÜRDÜ?”
Mesela Cemel Vakası’nda ‘Niye ordunun bir başında Hz. Peygamberin eşi Hz. Ayşe, karşısında savaşacak olan ordunun başında Hz. Peygamberin damadı Hz. Ali var?’ konusunu konuşmamız gerekecek. Niye Sıffin Savaşı’nda daha hayattayken müjdelenilen  ‘aşere-i mübeşşere’ dediğimiz en saf, en birinci derecede, en yüksek kalitede Müslümanlar birbirlerini öldürdü?Hz. Peygamberin vefatından 30 sene sonra Müslümanlar Cemel’de bilhassa Sıffin’de karşı karşıya gelerek birbirlerini öldürdüler. Bunun niye olduğunu bizim düşünmemiz lazım. Eğer insanların dindar olmak gibi gerçekten yüksek bir meziyete sahip olmaları yeterli olsaydı bizim hiçbirimizin o savaşta birbirlerini öldürenler kadar dindar olmamız mümkün değil. Burada demek ki başka şeyler lazım; işte orada hukuk ve hukuki kurumlar meselesi karşımıza çıkıyor.

"YARGI BAĞIMSIZLIĞI KONUSUNDA AVRUPA’DAN GERİDEYSEK YANLIŞ YAPTIĞIMIZ ŞEYLER VAR DEMEKTİR!”
Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılın sonlarına kadar, bunu batılı tarihçilerde yazıyor, çağına göre mükemmel bir hukuk sistemi vardı. Hukuk sistemi sonra neden yetersiz hale geldi? Sıkıntıda kaldığımızda kendi adli sistemimizi eleştireceğimizde neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına başvuruyoruz? Bunları düşünmemiz lazım. Elimizde İslam hukuku, fıkıh gibi bir hukuk sistemi bulunduğu halde niye evrensel hukuk diyoruz? Ya da Atatürk dönemi; Atatürk döneminde her şey mükemmeldi de o gidince her şey bozulduysa demek ki sağlam kurulamamış demektir bazı şeyler. Bugün bazı şeyleri sağlam kurmak alacağımız derslerle ilgilidir. Bugün Türkiye hukuk türü bakımından İslam dünyasının en iyisi, en ilerisiyse tarihimize yaptığımız çok iyi şeyler var. Ama Avrupa’yla düştüğümüzde gelişmiş demokrasilerine üşüştüğümüzde Türkiye hukuk, yargı bağımsızlığı, adalete güven, hukukçuların ve sistemin kalitesi bakımından düşündüğümüzde bir hayli gerideysek o vakit yanlış ve eksik yaptığımız şeyler olması lazım.

"İSLAM İNSANLARA YÖNETİCİLERİNİ NASIL SEÇECEĞİNE DAİR BİR EMİR VERMEMİŞTİR”
Hz. Peygamber vefat ettikten sonra Müslümanların karşılaştığı ilk mesele şu; ‘Bizi kim yönetecek?’ Kuran-ı Kerim’e bakıyorlar, bu konuda hiçbir işaret yok.  ‘Acaba Peygamber vefat etmeden önce bize bir şey söyledi mi?’ diye düşünüyorlar ama yok. Sünni İslam inancında Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamberden sonraki en büyük din büyüğüdür hem de çok büyük bir devlet adamıdır. Hatta o; ‘Keşke vefat etmeden önce sorsaydık kendisine’ diyor. Çünkü kendisi vefat ettiğinde ‘Seni nereye defnedelim?’ diye sormuşlar. Keşke ‘Senden sonra bizi yönetecek kişiyi nasıl belirleyelim? Senin kızlarından birisi mi olsun? Yahut kim olsun? Neyi ölçü alarak yönetici seçelim?’  diye sorsaydık. Buradan şu karşımıza çıkıyor; İslam insanlara yöneticilerini nasıl seçeceğine dair bir emir vermemiştir. Bunu onların aklına ve vasiyetine bırakmıştır. Dolayısıyla İslam’da saltanatta olabilir nitekim 20. yüzyıla gelinceye kadar bütün dünyada aşağı yukarı saltanat vardı. Almanya’da da saltanat vardı,  İngiltere’de bugün hala saltanat var, İslam dünyasında da saltanat vardı. Cumhuriyette olabilir zaten bugün İslam dünyasında hemen hemen Suudi Arabistan Şeyhliklerinin dışında bütün ülkeler Cumhuriyetle yönetiliyorlar. O zaman din adına Cumhuriyet düşmanlığı yapmak da, hayır dinin emri Cumhuriyet demek de doğru değil. Kavga ettiğimiz konulardan birinin dinde kaynağının olmadığını görüyoruz böylece.

"İLERİ GELENLER SÖZÜ EN DİNLENİR HZ. EBU BEKİR’İ BAŞA GETİRİR”
Sonra Mekke ve Medine’nin ileri gelenleri, ki sayısı çok azdır yani 200 bin veya 300 bin kişi bunların hepsi birbirlerini tanıyorlar,  çoğu akraba, hemşeri, mahalleli, komşu hem din heyecan çok yüksek, içlerinde en itibarlı, sözü en dinlenir, seçildiği zaman kimsenin itiraz etmeyeceği kişi olarak Hz. Ebu Bekir’i seçiyorlar. Ortaya sandık koyup oy kullanılmıyor. İleri gelenler mutabakata varıyorlar, ‘Evet, Ebu Bekir Olsun’ diye. Hz. Ebu Bekir oluyor. Onun vefatından sonra Hz. Ömer oluyor. Hz. Osman oluyor ve Hz. Osman döneminde kıyamet kopuyor.

"HZ. OSMAN KENDİ AİLESİNİ KAYIRAN UYGULAMALAR YAPAR”
Burada Müslümanların özellikle kendisini İslamcı olarak niteleyenlerin çok ders alması gerekir. Hz. Osman aşere-i mübeşşereden, emevi sülalesinin ileri gelenlerinden. İslam artık Mekke ve Medine’de değil bir ucu Orta Asya’ya kadar gitmiş, öteki ucu Mısır’ı, Fas’ı, Tunus’u, Cezayir’i alarak Afrika’ya kadar gitmiş. Bir takım insanlar yeni Müslüman oldukları için İslamiyet’i, fazileti, esasları, kuralları, davranış modelleri hakkında yeterli bilgileri yok. Bir kısmı da Müslümanlığı henüz yüzeysel eski kabile alışkanlıklarına devam ediyorlar. Toplum çok kaotik hale geldiği için hırsızlık, uğursuzluk gibi olaylarda çıkmaya başlamış. Hz. Osman hem akrabalık, kabile duygusuyla hem de güvendiği insanlar onlar olduğu için mevkilere makamlara hepsine tırnak içinde ‘bizden adamlar’a tayin ediyor. Bu hep ‘bizim partiliyi’ tayin etmek demek.  O zaman hep Emevi sülalesi tayin ediliyor.

"YANLIŞ HAREKETE BİLE KURAN’DAN DAYANAK BULABİLİNECEĞİNİN KANITIDIR”
Hz. Ali gidiyor, ‘Ey Osman! Bak böyle yapıyorsun diğer Müslümanlar alınıyorlar. Niye hep kendi akrabalarını/taraftarlarını getiriyorsun? Benim oğlan işsiz geziyor onun hakkı değil mi? Şu şu meziyetleri var…’ Buna karşı Osman’ın verdiği cevap şu; ‘Kuran-ı Kerim yakınlarınıza, akrabalarınıza iyilik yapın diyor. Ben Kuran’ın ayetini uyguluyorum.’ Yanlış bir harekete bile Kuran’da gerekçe bulunabileceğine dair bir örnektir bu. Sonra biliyorsunuz ayaklanmalar oldu. Hz. Osman Kuran-ı Kerim okurken şehit edildi. Şehit edildiği üzerine kanının damladığı Kuran nüshasının Topkapı Sarayı’nda olduğuna dair de yaygın bir inanç var. Ondan sonra İslam dünyasında kan gövdeyi götürdü.

OTORİTER REJİMİN İLK ÖRNEĞİNİ MUAVİYE YAŞATIR”
Hz. Ali, ki Peygamberimiz tarafından ‘ilim belgesinin kapısı’ diye övülmüş, çok yüksek ahlaklı, çok bilgece düşünceye sahip olan, çok faziletli bir insan…  Muaviye buna itaat etmedi. Muaviye o zamanlar Şam Valisi. Şam da sanki bir padişah gibi her tarafa kendi adamlarını yerleştirerek, kuvvetli bir ordu teşkil ederek, sözünü dinlemeyenlere nimet dağıtarak, bir kısmını da korkutarak, Şam da çok kuvvetli bir idare kurmuş. Hâlbuki Hz. Ali’nin idaresi iknaya, fazilete, ahlak yüksekliğine dayanıyor. Bir kısmı da yüzeysel olarak Müslüman kabile adamları, içerisinde Hz. Ali’nin katilleri de var, bunlara Hariciler deniyor. Bir kısmı da yeni Müslüman olmuş bir takım insanlar.  Muaviye gittikçe devlet- ordu olarak güçleniyor ve istibdat dediğimiz otoriter rejimin ilk örneğini ortaya koyuyor.

"MÜSLÜMANLAR HUKUKÇULARIN BİLE SESİNİ ÇIKARMAYA KORKTUĞU SİSTEMİN NELERE YOL AÇACAĞINI İYİ DÜŞÜNMELİ”
Ahmet Cevdet Paşa 19. yüzyılda bizim en büyük devlet adamımızdır. Kısas-ı Enbiya, Mecelle yazarı, Tanzimat reformlarının mimarı… Kısas-ı Enbiya kitabında,  ‘Yezid’in etrafında kuvvetli hukukçular yoktu, birkaç hukukçu vardı, onlarda ağız açmaktan korkardı’ diyor. Hukukçuların ağız açmaktan korkacağı bir korku sistemi kurmanın nelere yol açacağını Müslümanların görmesi lazım.

"BABASINDAN ALDIĞI İKTİDAR HIRSIYLA YEZİD ÖLÇÜYÜ KAÇIRDI”
Yezid kendisini Halife olarak tayin etti. İlk saltanat! Ondan önceki halifeler ileri gelenlerin seçmesiyle oluştu. Şimdi babadan oğula geçecek. Bu İran, Bizans, Çin, Mısır’daki usuldür. İslam’da ilk sarhoş halife Yezid’tir. Babasından aldığı iktidar hırsıyla Yezid daha ileri gitti. Muaviye Hz. Peygamberi görmüştü, belli bir gelenek içerisinden geliyordu, yani ‘Halifeler zalim olmaz’ diye. Yezid tamamen ölçüyü kaçırdı ve Kerbela Faciasını biliyorsunuz.

"TOPLUMDA YAŞANAN ANLAŞMAZLIKLARI ÇÖZECEK TARAFSIZ HUKUK KURUMLARI BULUNMALI”
Biraz önce söylediğim Cevdet Paşa Yezid’in etrafında hiç hukukçuların olmadığını söylüyor.  Hukukçuyum diyenlerin de hukuku bilmeyen, Yezid ne derse onu yapan insanlar olduğunu söyler. Müslümanlar olarak tarihten ders alacaksak karşımıza şu çıkıyor; dindar olmak iyi bir elden bunun örneğini Ebu Bekir’den, Hz. Ali’den, adaletiyle Hz. Ömer’den görüyoruz fakat dindar olmak yetmiyor. Toplumda kişiler, gruplar, siyasi topluluklar arasında ihtilaf çıktığı zaman o ihtilafı çözecek hukuk kurallarının ve tarafsız hukuk kurumlarının bulunması lazım. Bunun adı bugün Anayasa Mahkemesidir, Yargıtay’dır, Danıştay’dır! Onların adaletle, tarafsızlıkla görevlendirilmesi lazım. Bunu yapacak olan kurumun bugünkü adı Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu’dur.

"İSLAM TARİHİNİ DERS ALARAK ANLATMAK LAZIM”
Keşke Sıffin Savaşı’nda iki tarafında kabul edeceği güçlü bir hukuk kurumu olsaydı da 70 Bin Müslüman birbirini öldürmeseydi. İslam tarihini iki türde anlatabiliriz. 1; Bizim ulaşmamızın mümkün olmadığı ideal örnekler, 2; Facialarla gözyaşı dökerek anlatabiliriz. Hâlbuki İslam tarihini ders alarak anlatmak lazım. İslam tarihinden bizim alacağımız ders; dindarlık iyi bir fazilettir fakat yetmez toplumu sevk ve idare edecek güçlü kurumların olması lazım. Müslümanlar melek değildir aralarında hırs olabilir, iktidar olabilir, ihtilaf olabilir, birbirlerine kılıç çekebilirler öyle dönemlerde problemleri çözecek tarafsız hukuk kurumlarının olması gerekir. Bu günümüzde herhalde son derece ehemmiyet ifade eden bir gerçektir.”
Haber:
Hazal BAŞARAN

  • ETİKETLER
PAYLAŞ
« Önceki Avcılar CHP’den ziyaret
Sonraki » Bulut: Haddimi bilirim

YORUM YAP