Av.Arb.İlkay Doğan

Hukuk Reformu ve Atatürk

Son günlerde her şey hızla değişiyor. Ancak Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı'nın görevinden ayrılmasının ardından, yapısal reformların ve özellikle hukuk reformunun yapılacağını duyunca insan ne hissedeceğini bilemiyor. Çünkü yıllardır sürekli bir şeyler değişiyor ancak sorunlar hala devam ediyor. Acaba sorun kanun değişikliği ile giderilebilir mi yoksa insan niteliğini mi arttırmak gerekir?

 

DAVALARDA HEDEF SÜRE DAHİ 300 GÜN…

Yargı sistemimizdeki en büyük sorun davaların çok geç neticelenmesidir. Bazı davaların 3 nesildir sürdüğüne hatta Osmanlı döneminden davaların devam ettiğine şahit oluyoruz. Bunun önüne geçmek için yakın zamanda “yargıda hedef süre” getirildi. Ancak bir boşanma davası için 300 gün, alacak davası için 450 gün ve bir tapu davası için 730 gün gibi hedef konulduğu düşünüldüğünde bu yeni uygulamanın adalet duygusunu tatmin etmeyeceği ortadadır. Ortalama dava sürelerinin 3-4 sene sürdüğü ülkemizde artık taraflar “en kötü sulh davadan daha iyidir” anlayışı ile hareket etmektedir. Birçok kişi eksik, fazla aramadan uzlaşma yolunu tercih eder haldedir. Özellikle pandemi sürecinde çekişmeli birçok boşanma davasının anlaşmalı hale geldiğini hatta tarafların birbirlerinden bir şey istemeden boşanmayı kabul ettiklerini görüyoruz. Ama bu anlaşmalar insanda “adalet yerini buldu “ duygusu yaratmıyor nedense? Tam tersine bir vazgeçiş, bir pes etme gibi…

 

SÜREKLİ KANUN DEĞİŞİKLİĞİ YAPMAK GEREKLİ Mİ?

Biz avukatlar aradan yıllar geçse de her çıkan kanunu takip etmek yeniliklere uyum sağlamak zorundayız. Ancak karar vericilerin ağır iş yükü karşısında bu değişime ayak uydurması pek mümkün görünmüyor. Nasıl ki iki çocuğunuz farklı eğitim sistemi içinde okuyorsa, aynı konuda yakın tarihte açılan davalar için de farklı yasaların uygulandığını görüyoruz. En kötüsü ise, hakimi farklı olan, aynı gün, aynı içerikle açılan davalarda birbirinden başka kararların verilmesidir. Oysaki davanın sonuçlarının öngörülebilir olması gerekir. İşte bu yüzden gerçek adaletin kanun değişikliği ile değil hukuk birliği ve hukukçu niteliğinin arttırılması ile sağlanabileceği kanaatindeyim.

 

ATATÜRK VE İLK KADIN AVUKAT SÜREYYA AĞAOĞLU

Geçtiğimiz hafta ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 82. ölüm yıldönümü idi. Bu ülkedeki her kadının şükran borçlu olduğu Atatürk'ün ilk kadın avukatımızla olan anısını paylaşmadan geçemeyeceğim.

Ülkemizde avukatlık mesleğini seçen ve yapan ilk kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu, kadınların yemek yiyemediği lokantada yemek yemek ister, fakat dönemin getirdiği şartlar buna imkan vermez. Hatta yemek yemesine önce izin veren babası çıkan söylentiler sebebi ile bu iznini kaldırmak zorunda kalır. Bunun üzerine Atatürk birkaç milletvekilini arayarak eşleriyle birlikte o lokantaya gitmelerini söyler. Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün arkadaşı ile İstanbul Lokantası'na gittiğinde birkaç milletvekili ile eşini de ilk kez orada görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez. Bu bir ilk olur… Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine öncülük etmiştir.”

Atatürk, avukatlığa ve hukuka çok önem vermiştir. Mesleğin özgür ve bağımsız olması için çıkarılan kanunlarla,  avukatlık mesleğini icra edebilmek için bir baroya kayıtlı olma zorunluluğu, Türkiye'de avukatlık yapabilmenin yalnızca Türk vatandaşlarına ait olması gibi hükümler getirilmiştir.

Hukuk reformu hakkında düşünürken Atatürk'ün yıllar önce yaptığı tespitin halen geçerli olduğunu görünce dehasına bir kez daha hayran oluyoruz. Mustafa Kemal Atatürk der ki; “Her şey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey o kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan, yerine getiren, daima karar verenden daha kuvvetlidir.”

Minnet ve Özlemle…

Bir kadın avukat

YORUM YAP