Son yıllarda özellikle TBMM'de yapılan hararetli tartışmalarda bir isim ve onun yazdığı eserden alıntılar yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu isim İbn Haldun ve onun Mukaddime adlı eseridir. Gelin birlikte bu değerli ilim insanının hayatına yakından bir göz atalım.
27 Mayıs 1332 yılında Tunus'ta doğdu. Aslen Yemen'in Hadramut bölgesinden olduğu için kendisi Mukaddime'de Hadrami nisbesini kullanmış, Tunus'da doğması sebebiyle Tunisi, hayatının büyük kısmını Kuzey Afrika'da geçirmesi dolayısıyla Mağribi nisbeleriyle de anılmıştır.
İbn Haldun'un mensup olduğu kabilenin reisi olan atası Vail b. Hur bir heyetle Medine'ye giderek Hz. Peygamberi ziyaret etmiş, Resul-i Ekrem'in “Allahım Vail'i ve soyunu mübarek kıl!” şeklindeki duasını almış, ülkesine dönerken Muaviye b. Ebu Sufyan'da onunla birlikte gönderilmişti. Endülüs'e ilk gelen Halid b. Osman b. Hani'dir. Halid ed-Dahil olarak da bilinen Halid'in ismi Endülüs'de adet olduğu üzere saygı ifadesi olarak “Haldun” şeklinde söylenmeye başlanmış, onun soyundan gelenler de Beni Haldun diye tanınmıştır. Karmune'de bir süre ikamet eden Haldunoğulları, daha sonra yerleştikleri İşbiliye'de (Sevilla) saygın bir aile olarak tanınmışlardır. Endülüs'de ve Kuzey Afrika'da siyasi ve ilmi alanda önemli rol oynamışlardır. Yetiştiği siyasi ve içtimai ortam İbn Haldun'un ilmi kişiliğinin oluşması bakımından büyük önem taşır. Onun zamanında Tunus'da Hafsiler, Fas'da Meriniler, Tilimsan'da Abdulvadiler, Endülüs'de Nasriler (Beni Ahmer), Mısır'da Memlükler hüküm sürmekteydiler. Kuzey Afrika ve Endülüs'deki devletler hem birbiriyle mücadele ediyor hem de kendi içlerinde sık sık taht kavgalarına girişiyorlardı. İbn Haldun 1348 veba salgınında anne ve babasıyla hocalarının bir kısmını kaybetti. Bu sırada Tunus'u işgal etmiş olan Sultan Ebü'l Hasan Fas'a geri dönmek zorunda kaldı. Beraberinde getirdiği alimler de onunla birlikte Fas'a döndü. Hocalarıyla beraber Fas'a gidip öğrenimine orada devam etmeye karar veren İbn Haldun'u ağabeyi Muhammed bu fikirden vazgeçirdi. Hafsi Sultan II.Ebu İshak'ı vesayeti altına alıp bütün yetkileri elinde toplayan vezir İbn Tafragin, İbn Haldun'u sultanın “Alamet Katipliği” görevine getirdi.
Biskre'de bir müddet ikamet eden İbn Haldun bu arada Tilimsan'a gidip Sultan Ebu Faris'i ziyaret etti, ihsanına nail oldu. Sultan ona bazı kabileleri kendisine bağlama görevi verdi. İbn Haldun, bu konuda başarılı olamamakla birlikte Sultan'ın veziri İbn Gazi'nin isyancılara karşı giriştiği harekatta faydalı hizmetler yaptıktan sonra Biskre'ye döndü. Biskre Emiri Ahmet B. Yusuf'un isyan hazırlığı içinde bulunduğunu hissedince ailesini de yanına alarak Tilimsan Sultanı Ebu Faris'in yanına gitmek üzere yola çıktı. Yolda sultanın vefat ettiğini, oğlu Said'in tahta geçtiğini haber alınca Fas'a gitmeye karar verdi. Burada ilmi faaliyetlerine devam etti ve ders verdi. Timur'un Suriye'ye saldırıp Halep'i zaptettiği ve Dımaşk'a yürüdüğü haberi Kahire'ye ulaşınca Sultan Ferec ordusuyla Dımaşk'a geldi; İbn Haldun'da onun yanında bulunuyordu. Kahire'de bir ayaklanma teşebbüsü olduğu haberini alınca Mısır'a döndü. Dımaşk valisi, ulemanın barış yoluyla şehrin Timur'a teslim edilmesi teklifini kabul etmeyip şehri savunmaya devam ederken İbn Haldun ulema ile de istişare ederek Timur'la görüşmek için gizlice ordugaha gitti. Timur'a Kuzey Afrika ve asabiyet teorisi konusunda bilgi verdi. Onun isteği üzerine bu bilgileri yazılı olarak da kendisine sundu.(1401) Bu görüşme sırasında Timur'u uzun uzadıya övmüş kahinlerin ve müneccimlerin gelmesini bekledikleri Ulu Hakan'ın kendisi olduğunu söylemiştir.
Hayatının ilk yirmi yılını Tunus'da, yirmi altı yılını Cezayir, Fas ve Endülüs'de dört yılını yine Tunus'da son yirmi dört yılını da Kahire'de geçiren İbn Haldun iyi bir eğitim görmüş, küçük yaştan itibaren ilim ve fikir hayatına ilgi duymuş, ancak siyasetin cazibesinden kurtulamamıştır. Devletin en üst kademelerinde bulunma hırsı takibata uğramasına, sürgün ve hapsedilmesine neden olmuştur. Sıkıntılı bazı dönemleri olmakla birlikte genellikle saray ve konaklarda refah içinde itibarlı bir hayat sürmüştür. Merini, Hafsi ve Abdulvadi hanedanlarının yönetiminde bazen sultan ve emirler kadar etkili olmuş, iktidarların el değiştirmesinde önemli roller oynamış bu özelliğiyle hem desteğine ihtiyaç duyulan hem muhalefetinden korkulan bir kişi durumuna gelmiştir. Diğer taraftan sık sık kabileler arasında dolaşarak bedevi kabile hayatını yakından tanımış, fırsat buldukça ilim ve öğretimle meşgul olmuştur. Ünlü Mukaddimesini böyle bir bilgi ve deney birikimiyle kaleme almıştır. Prof. Dr. İlhan Arsel İbn Haldun hakkında şunları dile getirmiştir;
“İbn Haldun, Mukaddime adlı ünlü yapıtında sosyolog gözüyle Arap karakterini inceler ve değerlendirir. Onun bu değerlendirmesinde şüphesiz ki, Arap hakkında daha önce Muhammed'in gerek Kuran hükümleri ve gerek hadislerle ortaya koyduğu görüşler ve değerlendirmelerde rol oynamıştır. Fakat İbn Haldun bu eleştirmesini çok daha isabetle ve çok daha bilgili şekilde yapabilmiştir. İbn Haldun'a göre Türkler savaşçı karakterleri ve kahramanlıkları nedeniyle İslam'ım kurtarıcısı olmuşlardır. Görülüyor ki İbn Haldun, Türk'ün İslam sayesinde kurtulduğunu söylemiyor tam tersine İslam'ın Türk sayesinde kurtulduğunu ifade ediyor.