Ufuk Bek

İki Papa ve mutluluk üzerine

İki yaşlı adamın Vatikan' da kesişen yaşam öykülerini izliyorum…

 Biri, (Kardinal Ratzinger) çocukken içinden gelen sesin “Tanrı'nın sesi” olduğuna inanmış, küçük yaşlardan itibaren kendini kitaplara, ders çalışmaya vermiş, bu yüzden çocukluğunu hiç yaşayamamış, sosyal hayatı olmamış, halkın içine girmekten kaçınmış; bir sevgilisi olmamış, onunla sarılıp göz göze dans etmemiş; mahallede futbol oynamayı bırakın, televizyonda maç bile izlememiş;  tüm hayatı boyunca tek bir amaç uğruna -din adamı olmak için- yaşamış; o amaç için türlü ödünler vermiş, reformlara kapalı, dini kitaplarda yazılanları en katı şekliyle yorumlayan,  emrindeki din adamlarının “çocuk istismarlarını” görmezden gelmiş, cezalandırmamış ve sonunda varmak istediği yere ulaşmış: “Papa” olmuş… 

Peki mutlu mu?..

Diğer yaşlı adamın (Kardinal Bergoglio) amacı da ilkinden pek farklı değil aslında; ancak onun daha romantik bir hikayesi var.  Bu adam, tam da sevdiği kadına evlenme teklif edeceği akşam karşılaştığı ve “Tanrı'nın işareti” olarak gördüğü bir olay nedeniyle din adamı olmaya karar veriyor. Bu karar onun yaşamının akışını bir anda değiştiriyor. Ülkesinde yetmişli yıllarda yaşanan olumsuz gelişmeler -bir diktatörün yönetimi ele geçirmesi- sonradan çok pişmanlık duyacağı bir takım olayların içine girmesine neden oluyor. Tanıdığı insanlara yardım etmek için gösterdiği çabaların bazıları tam tersi sonuçlar doğurunca kendini bir türlü affedemiyor. (İyi niyetle yapılan birçok şey bazen yanlış anlaşılabiliyor maalesef!)

İki yaşlı adam arasındaki en önemli fark ise; halkın içinden gelen, kendini toplumdan soyutlamamış, sosyal ilişkileri kuvvetli; futboldan, danstan, şaraptan ve sade yaşamaktan keyif alan -hepimiz gibi sıradan bir insan- olan “değişim ve uzlaşının zamana ayak uydurmak” olduğunu savunan,  reformcu düşünceleri ile öne çıkan Bergoglio'nun söylediği sözlerin “dünyanın yüzüne atılan okkalı bir şamar” etkisi yaratması.  (Can kulağıyla dinleyin lütfen! Hele yönetmen, upuzun, dev gibi duvarın üzerine büyük harflerle yazılmış olan “Duvar değil, köprü inşa edin” cümlesine zoom yapıp beynimize nakşetmeye çalışırken, çalan muhteşem şarkı nasıl da yüreğinizi titretecek göreceksiniz!)

Filmde Hristiyanlık propagandası yapıldığını sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz baştan söyleyeyim. Hiç saklama gereği duymadan, (bir anlamda Vatikan adına günah çıkartırcasına) kilisenin erkek çocuklarına yönelik cinsel taciz dosyaları ve (Arjantin faşist cuntası örneğinde olduğu gibi) her devirde diktatör de olsalar güçlünün yanında konumlandıkları utanç verici tutumları ile de yüzleşilmiş filmde… Merak etmeyin, bu filmi izleyen hiç kimse din değiştirmez; ne ateist olur, ne de daha çok dindar…  Zaten iki ihtiyarın arasında geçen konuşmaların çoğu kurgusal… Öyle olmasa, Sistina Şapeli'nde pizza yiyip Fanta içen iki Papa görmezdik herhalde filmin bir sahnesinde!..  Bir de, “sigara ile dua” hakkında konuştukları bir diyalog var ki, gülmekten karnınız ağrıyabilir. Benden söylemesi!..

Yıllar önce “360” isimli filmini izlediğim ve çok beğendiğim Brezilyalı ünlü yönetmen Fernando Meirelles muhteşem bir film yapmış yine. Ben çok uzun zaman önce listeme eklemiş, birkaç kez izlemeyi düşünmüş ama hep ertelemiştim.  Siz ertelemeyin!  Lütfen bir kenara not edin ve en kısa sürede mutlaka izleyin. Hayata başka bir açıdan bakmanızı sağlayacak inanın. Özellikle, herhangi bir koltukta oturan, lüks ve ihtişam içinde yaşayan -halk için orada olduklarını söyleyen- yöneticiler (!) mutlaka izlemeliler bu önemli filmi. Ders alırlar mı, emin değilim. Bir ihtimal, bu filmdeki bazı sahneler birkaçının vicdanını sızlatır, yüreklerindeki Tanrı'nın sesini duymalarına neden olur da bir işe yarar.

Neden olmasın?..

YORUM YAP