Dünkü yazımı yetiştiremememe çok keyifli bir manim vardı; maruz görün lütfen…
Yalçın Yönet (geçmiş dönem AK Parti Belediye Meclis Üyesi) ve Lütfü Vardar (AK Parti'den istifa etme cüretini gösterebilen ender siyasilerden biri olmakla birlikte halen Silivri Belediyesi Bağımsız Belediye Meclis Üyesi) ile Sezgin Emir'in (geçmiş dönem AK Parti Meclis Üyesi) uzun zamandır planlayıp bir türlü gerçekleştiremediğimiz yeni iş yerine hayırlı olsun ziyaretinde bulunduk.
Tahmin edersiniz ki bir türlü kopup da yazımı yazmaya ofise dönemediğim sohbetimizin konusu siyasetti… Gelişmelerine dışardan bakıldığında ve içinde yer alındığında büyük farklılık arz eden bu sürecin dışı bizi, içi içindekileri öyle bir yakıyor ki sormayın gitsin. İşin en enteresan tarafı da kimsenin bu yangından şikâyet etmelerine karşın vazgeçememesi…
2004-2009 döneminde Metin Karakaş'tan sonra Yalçın Yönet AK Parti grubunun en etkin isimlerindendi… Aktif siyasetteki Yönet ile bugün yakından tanıma fırsatımız olan Yalçın bey arasında, kendi adıma söyleyeyim, dağ kadar fark var… Ya aktif siyaset insanı çok acayip değiştiriyor ya da tecrübeler birikimi çok farklı noktalara ulaştırabiliyor… Geçmişte aktif siyasetteki halini nedense hiç benimseyemedim, sevemedim… Politik kimliği ile ilgili bugün her ne kadar siyasetçi ceketini çıkartmış olsa da gömleğin halen üzerinde olduğu aşikar ama kesinlikle daha anlaşılır, uzlaşılır, iletişim kurmaktan keyif alınabilir bir konumda…
Aktif siyasetin dışında bugünkü haliyle kalmış olması çok büyük bir kayıp Silivri ve hatta AK Parti adına… AK Parti'nin kaybettiklerine üzülemeyeceğim ama Silivri adına sahip olduğumuzdan daha iyi bir meclis ve temsili hak ettiğimize dair görüşüm net.
Sezgin Emir, AK Parti'nin kesinlikle değerlendiremediği önemli bir diğer siyasetçi… Kendisini yetiştirme, geliştirme hususlarında tanıdıkça takdirim artıyor… Üç isimle ilgili de ‘Neden AK Parti'de siyaset yapmayı tercih ettikleri' hayıflanmasını kendi anlayışım adına sorguluyorum… CHP saflarında zor yer bulabilecekleri gerçeği de güzide partimizin ebedi muhalefetiyle kolayca açıklanabilir… “Az olsun bizim olsun” diye diye nice iktidar fırsatları tepildi, Allah bilir daha hangi kazanılan saflar harcanacak!
Ve Lütfü Vardar… AK Parti'nin hunharca harcadığı bir diğer şans! Hiç de pişman olmadıklarını, rahatlama hissiyatının, ne kaybettiklerini umursamadan, halen keyfini çıkardıklarına eminim; ne yazık ki… Vardar'ı sindiremeyen AK Parti de CHP daha mı iyi? Cesaret edebilir mi böyle bir ismi kendi saflarına davet etmeye? Başkan Bey bunu yapsa tabanını ikna etmek neye mal olur?
Kaldı ki hiçbir siyasetçi güçlü bir rakibi potansiyeli barındıran, kontrol edemeyeceği (almak zorunda kalsa bile yol yakınken bundan döner) kimseyi yanına almaz! Kendisine en ufak alternatif oluşturabilecek ihtimale tahammül etmesi ve hazmetmesi mümkün değil… “Kendi ışığına güvenen başkasının parlamasından rahatsız olmaz” diyoruz ve diyorlar ya; siz bir de şunu aklınızın bir kenarın ayazın “İnsan yükseldikçe, batıyor aslında…”
İktidar sahiplerine baktığımızda gördüklerimiz ile onların bildikleri arasındaki fark ve hatta uçurumda pek çok yanılsama hayat buluyor… Siyasi kimlik gibi adımızın önüne yaşamımız boyunca eklediğimiz pek çok etiket gerçek bizi aslımızdan döndürmeye yönelik baskılar içeriyor… Hayat ve başkaları bir yana yaşam mücadeleminiz en önemli kısmı aslında biz olarak kalabilmeye yöneliktir… Kimimiz bundan vazgeçiyor, kimimiz direniyor...
‘Siyasetten beslenmeyen bu isimlerin elinden siyaseti besleme imkânı neden alındı?' sorusunun cevabı bu yazının finaline kondurmak istemediğim kadar acı…
Üç silahşorun çok da kişisel olmayan kamuya mal olan hikayelerinin ötesinde bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın şehit cenazesi dolayısıyla gerçekleştirdiği Çatalca ziyaretinin siyasi yankılarına dair birkaç satır paylaşmak istiyorum…
Şöyle ki; Çatalca-Silivri ekseni biliyorsunuz çok fazla paralellik arz ediyor… Erdoğan'ın uzun uzadıya, planlı olmayan Çatalca ziyareti biraz da nabız yoklaması olarak yorumlanıyor. İstanbul'un referandum sonucu malum. Aday konusundaki değişim, kongre süreçleri, FETÖ ile mücadele derken AK Parti'nin ilk defa CHP'nin kaleleri olarak bilinen iki ilçeye de ciddi bir pres uygulaması beklentisi hakim. Çatalca'da da Silivri'de de bilinen ve mimlenenler dışında yeni ve farklı isimlerle (ilçe dışından, İstanbul'un içinden), alışılagelmişten daha erken aday açıklamalarıyla bir yerel seçime işaret ediliyor…
Yerel seçim, 2019'da yapılacak diğer seçimlerin de ön seçimi niteliğinde… Seçim maratonuna moralli başlamayı herkes arzu eder kuşkusuz da “yıkılmayıp, ayakta olduğunu” ispat etmeye en çok ihtiyacı olan AK Parti'nin durumu ayrıca önem arz ediyor…
AK Parti'nin Çatalca ve Silivri'de kaybedeceği bir şey yok olabildiğince risk alabilir, radikal karar potansiyeli yüksek… Sağlam bir vuruşta deviremeyeceği yapılar yok karşısında. Asıl kaybettikleri takdirde gidecek iktidarları olan CHP düşünsün!
Ayrıca AK Parti'nin 2019'dan sonra Trakya ekseninde hayata geçirmeye hazırladığı büyük projeler dolayısıyla bölgenin yerel dinamitlerinin kontrolünde olmasını ziyadesiyle önemsediğini belirtmek gerekir…
Cem Kara'yı çok bilmem… Bayramda genelde ya köyler, ya beldeler ya da sadece dernekleri ziyaret edip hemen ardından izne ayrılan Silivri Belediye Başkanımızın bu seferki yoğun mesaisinden (hepsini birden dolaştı), halen görevinin başında olmasından gerekli mesajı ben aldım… Şimdi ümit ediyorum ki o da üstte yazdıklarımı ve vaziyetimizi iyi anlasın : )