İlçemiz eğitimcilerinin en özel anılarından...

İlçemiz eğitimcilerinin en özel anılarından...

01.12.2017 14:03:11

Yazı dizimizin üçüncü bölümünde de eğitimcilerimizin anılarını siz değerli Hürhaber okuyucularıyla paylaşıyoruz.

24 Kasım Öğretmenler Günü'nde eğitimcilerimize mesleki hayatlarındaki en özel ve unutulmaz anılarını sormuştuk. Onlardan gelen paylaşımların ve öğrencileri tarafından yapılan sürpriz dönüşlerin de yer aldığı yazı dizimizin üçüncü bölümünü keyifle okumanızı diliyoruz.

DEĞİRMENKÖY ATATÜRK ORTAOKULU MÜDÜRÜ MEHMET ŞENEL
“İlk görev yerim olan Hatay İli Kırıkhan İlçesinde bir köy okulu. Amanos Dağlarının eteklerine tek derslikli ve öğretmenler odası olan bir bina ve yerleşim yerlerinin dışında. Köyde hiç çeşme yok sadece pınarlar var ve bu kaynaklar okula altı yüz metre uzak. Okulda su olmadığı için tuvaletler kullanılmıyor ve duvarı olmayan bahçede sadece bir zeytin ağacı var. Bu yüzden hiçbir öğretmen köyde kalmamış şehirden gelip gitmişler. İlk işim çantamda getirmiş olduğum bayrağı okulun gönderine çekmek oldu. Daha sonra okulda öğrendiğim soba kurumu ve yumurta akını karıştırarak kara tahtayı boyadık. Fırça olmadığı için ev süpürgesini çırparak köyün gençliği ile dersliğin içini kireçle badana ettik. Kamıştan yaptığım kalemle özlü sözleri yazarak okulun duvarlarına astık. Ayrıca o zaman kullanılan müfredat gereği Fiş cümlelerini de kendimiz yazıyorduk. Eğitim öğretime başladık. İki öğretmendik. Diğer öğretmen sabahçıydı 1.,2. ve 3. Sınıfların dersine, ben öğlenci 4 ve 5. sınıfların dersine giriyordum. Bir yıl böyle geçti. Öğrenciler alışmış, pınarlardan bize su taşıyorlardı. Tek odalı bir lojmanımızda idare ediyorduk.
İkinci yıl bizden ilerideki köyde sel felaketi olunca zamanın Hatay Valisi o köye geçmiş olduğunu öğrendik. Dönüşte mutlaka bizim okulun yanından geçecekti. Velilere haber verdim. Öğrencilerle beraber yolda beklediler. Vali Bey dönüşte kalabalığı görünce jeepin içinden başını uzatarak “Hayırdır?” diye sordu. Veliler bir ağızda, “Biz çocuklarımızı öğretmenlere su taşısın diye okula göndermiyoruz” dediler.
O sırada ben devreye girerek durumu vali beye anlattım. Sadece altı yüz metre boru ve kırk torba çimento ile bu sorunu çözeriz dedim. “Yarın makamıma gel” dedi. O gece uyumadım. Sabah köyden Mustafa Yücel isimli velimle Hatay Valiliğine gittik. Vali bey talimat verdi ve Özel İdare deposundan boru ve çimentoları alarak köye geldi. Akşam karanlığın birlikte kamyonu lojmanın önüne boşalttık.
Şimdi sıra pınar bulmaya gelmişti. Kimse suyunu vermek istemiyordu, çünkü bahçeler için çok önemliydi. Ya bizim bahçemiz o küçük yavrular… Onlar çok önemli değildi, çünkü okumak para getirmiyordu. Davar otlatırken odun keserken diploma sorulmuyordu. Neyse sahipsiz bir pınar bulduk.
Su yolunu çizmiştik. Dağın yamacında çok rahat gelecekti. İlk kazmayı vurdum ve köyden her aileye yirmi metre kanal düşmüştu. Öğrencilerle birlikte bu iş bitmiş hayatlarında yeni gördükleri plastik borunun döşenmesi için ilden gelecek ustayı beklemeye başladık. Beklenen gün geldi ve gelen adam bir günde boruları döşemişti. Bu arada yığma taşlarla okula bahçe duvarı da yapmıştık. İsimlerini her zaman saygı ile andığım Ökkeş Dağdelen ve Mehmet Budak'ın yardımları ile kemerli bir çeşme yapıldı okul bahçe duvarının tam ortasına. Gelecek su hem bahçeye, hem de yoldan geçenlerin içmesi için dışarıya akacaktı. Yanına da bir dut fidanı dikmişti Mehmet Budak. Suyun okul bahçemize akışı bir bayram sevinci yaşattı. Okul tuvaletlerine su konulmaya başlandı. Ben de hemen Hatay Serinyol Orman Fidanlığından resmi yazıyla almış olduğum Okalüptüs, çam, palmiya fidanlarını okul bahçesine öğrencilerimizle diktik. Bu su, hayat oldu oraya, ağaçlara, kuşlara ve çocuklara… Daha sonra köyden getirttiğim tek katır sabanı ile bizzat kendim sürdüğüm bahçede domates ekince, tüm köylüler, “Yahu bu öğretmenler bizden birileri” diyerek tüm kız çocuklarını okula göndermeye başladılar. Ve bizden sonra gelen tüm öğretmenler köyde kalarak okulu daha da geliştirdiler çünkü artık su vardı.
28 yıl sonra ziyarete gittiğimde öğrencilerim Nuri Durur Ali Demirdelen Topboğazı mevkiinde karşıladılar. Köye vardığımızda Sakine Budak adlı öğrencimizin evinde kalacaktık. Meğer Sakine kurbanı çoktan hazırlamış. Kapıdan girerken kurban kesildi. Tüm köy halkı, komşu köylere gelin gidenler oradaydı. Koştuk duygulandık. Sabah okul bahçesine gitme vakti gelmişti. Baktığımda okul binası görünmüyordu. Diktiğimiz fidanlar 15-20 metre büyümüş kocaman ağaçlar olmuştu. Bir aşiyanda idik sanki. Hele okul kapısının yanına bizzat diktiğim okalüptüs ancak gövdesini iki kişi kucaklayabildik. Öğlende köy meydanında toplu yemekler yendi. Dualar edildi, halaylar çekildi. O gün bayram edildi. En çok sevindiğimde orada bıraktığım küçücük yürekler kocaman birer çınar, iyi bir insan olmuşlardı. Sevgi emek ve suyu birleştirmiştik Balarmudu İlkokulunda. Saygılarımla…”

TOKİ CUMHURİYET ANADOLU LİSESİ ÖĞRETMENİ SERAP BİÇER ARSLAN BEŞİNCİ MEVSİM 

Bir köy okulunda başladı benim hikâyem. Gerçekten nefes aldığımı ilk o zaman hissettim, insanın insana karşılıksız sevgisini ilk o zaman gördüm, öğrencilerimin gözlerindeki ışıltıya sevdalandım ilk o zaman, ilk o zaman ‘İYİ Kİ ÖĞRETMENİM' dedim. Ve belki de ilk o zaman anladım beşinci mevsimin bendeki anlamını.
Bazen sadece saçlarını okşamamdı onlara yeten bazen de içten bir gülüş yalnızca. Bu kadarı bile kocaman bir dünya demekti onlar için. Bu kirlenmiş hayata inat tüm masumiyetleriyle karşımdalardı işte. Hiç unutmam, bir öğrencim vardı; engelliydi İbrahim'im, kolay okuyamıyor, yazamıyor, konuşamıyordu, ama tüm engelsiz insanlara inat öyle büyük bir yüreği vardı ki tüm insanlığa yetecekti sanki sevgisi. Pek çok şey başarmıştık birlikte ve sadece sevgiyle…
Seherim vardı bir de. Konuşmazdı hiç, gözlerine bakmanız gerekirdi güzel gönlünü görebilmek için. Bir gün ona sadece bir kalem hediye ettiğimde gözlerindeki mutluluğu dünyadaki başka hiçbir mutluluğa değişmem. Dahası ertesi gün elinde benim için bir hediye ile gelmişti okula. Gönlü güzel kızım…
Mesafelerce uzağa gittim sonra, yanımda tek bir şey götürdüm giderken: içimdeki bitmek tükenmek bilmeyen meslek aşkımı… Başka hayatlara, başka mutluluklara, başka hüzünlereydi yolculuğum. Oralarda, sevgimle bir hayat bile değiştirsem, bir öğrencimin bile yolunu aydınlatsam sevda olacaktı adı bana. Üşüdüklerinde güneş, karanlıklarına ışık, nefessiz kaldıklarında nefes olmalıydım. Kim bilir kaç yıl sonra karşıma çıkacak pırıl pırıl bir gençlik yetiştirecektim orada.
Gencecik hayatlara tanık oldum sonra. Her biri başka bir dünyaydı. Kimi uysal, kimi hırçın, kimi sessiz, kimi de haylazdı; ama yarınlardı hepsi. Sınıfımın en haylazlarındandı Salih. Kim bilir belki de hiç çocuk olamamış; hemen büyümek zorunda kalmıştı. Bundandı belki haylazlığı. Nedenini bilmiyordum ama asla kızamıyordum ona. Sonra bir gün, güneş doğmadı benim için, karanlık çöktü her yere. Gencecik bir hayat kayıp gitmişti ellerimin arasından. Sınıfta yoktu artık Salih. Bir daha hiç aramızda olamayacaktı sınıfımın haylaz çocuğu. Ve yokluğu, her sınıfa girdiğimde bir kat daha fazla acıtıyordu beni. Evlerine gittiğimde annesinin söylediği cümle hala kulaklarımda: Salih çok severdi sizi. Sonbahar tüm hüznüyle karşımdaydı işte… Hüzün, keder, gözyaşı…
Beşinci mevsim gibiydi yıllarca hayalini kurduğum mesleğim. Kimi zaman yaz gibi sımsıcak sardı beni, ilkbahar gibi heyecanlandırdı ruhumu; kimi zamansa sonbahar gibi hüzünlüydü ve kış gibi tertemiz ve masumdu çoğu zamanda. Mesleğimde ilk yıllarımda olsa, içimde sanki yılların heyecanı var. Bu kısacık zamana kocaman bir sevda sığdırdım ben. Bana insanlığı öğreten, bana gerçek sevgiyi öğreten yine mesleğim oldu. Her şeye rağmen hala yaşıyorum, hala mutluyum diyebiliyorsam öğretmen olmamdır tek sebebi. Aydınlık yarınlar, pırıl pırıl hayatlar için çabalamaya devam edeceğim.
Nice İbrahimler, nice Seherler, nice Salihler için; 'İYİ Kİ ÖĞRETMEN OLMUŞUM!'.

GAZİ İMAM HATİP ORTAOKULU ÖĞRETMENİ GÖNÜL ÖZER'İN ANISINA ÖĞRENCİSİNİN YORUMU
Gönül Özer: “İnsan için hep uzaktır büyümek hangi yaşta olursak olalım... Mesleğe başladığımda da böyleydi bu. Yıllar hiç geçmeyecek ve sanki ben hiç mezunlar vermeyecektim. Uzaktı, yaşamadan anlaşılmıyordu çünkü. 11 yıl önce Silivri'ye ilk geldiğim yıllardan bir öğrencimi ortaokuldan mezun etmiştim; fakat gerisini düşünmemiştim sanırım. Aradan bir dört yıl daha geçtikten sonra çalan bir telefonla "Öğretmenim, Edebiyat öğretmenliğini yazmak istiyorum, ama okuyabilir miyim bilmiyorum." diyen bir ses vardı karşımda... O ses edebiyat öğretmenliğini kazandı ve benim öğrencilik yıllarımda kullandığım Osmanlıca sözlük onun da yol arkadaşı oldu. Öğrencimin de yıllar sonra benimle aynı sayfalarda gezmesi ve onda bıraktığım büyük dokunuş en güzel hazdır kalbimde...”
Bir arkadaşı sayesinde öğretmeni Gönül Özer'in kendisiyle ilgili anısını okuyan eski öğrencisi Gizem Özkol duygu ve düşüncelerini şu sözlerle ifade etti: “Bugün Sena bana bu yazdıklarınızı attı. Komedi filmindeyken okuduğum bu yazı beni o an hüngür hüngür ağlattı. Sizinle ilk tanıştığımızdan beri size karşı olan duygularım hep diğer öğretmenlere olan duygularımdan farklıydı. Şu an öğrencilik hayatımın son senesindeyim. Kimse sizin yerinizi alamadı. Bana hep inandığınız ve en önemlisi sizin yolunuzda yürümeme destek olduğunuz için teşekkür ederim. Öğretmenler hep öğrencilerine kendilerine yol gösteren sevdikleri öğretmenlerden bahsederler ya, ben de öğrencilerime sizden bahsedeceğim. Hatta sadece bahsetmekle kalmayıp öğrencilerime sizin bizlere öğrettiğiniz ahlakla ve adaletle yaklaşacağım. Umarım upuzun bir ömrümüz olur ve kendi yolunuzdan yürüyen bir sürü öğrenciler yetiştirirsiniz. İyi ki varsınız.”
Renginar SALİ

YORUM YAP