İnşaat sürecinde jeolojinin önemi. Herhangi bir arazi üzerinde bir inşaat çalışması başlatılmadan önce mutlaka mimar, statik hazırlayacak inşaat mühendisinin ve tabi ki bu doğrultuda arazi üzerindeki kotları belirlemek üzere harita mühendisinin çalışmaları doğrultusunda jeoloji, jeofizik ve geoteknik mühendisleri tarafından jeoteknik çalışmaları yapılmakta. Elde edilen veriler üzerine analizleri, kesit, harita, log, grafik çizimleri, değerlendirmeleri ve yapılacak hesaplar ile veri ve geoteknik raporları hazırlanmakta. Bunlar incelenmek, denetlenmek ve onaylanmak üzere belediyelere başvurulur. Ve bu kapsamda belediyelerdeki imar müdürlükleri tarafından onaydan geçtiğinde ruhsat çıkar ve ancak o zaman inşaat başlar.
Yani inşaat süreci olduğu kadar en az onun kadar önemli ve kapsamlı (belki de ülkemizdeki depremsellik, ülkemizin içinde bulunduğu deprem kuşakları nedeniyle en önemlisi) inşaat öncesi süreç bulunuyor. Sonrasında da olması gerektiği gibi aslında birçok mühendislik grubu ortak çalışıyor. Öncelikle harita mühendisi, arazi üzerinde ölçüm yaparak arazi kotlarını belirlemez ise sağlıklı bir mimari ve bu doğrultuda statik proje öncesinde temel planı hazırlamak mümkün değildir. Ve jeoteknik çalışmaları kapsamında yapılacak sondaj çalışmaları kesinlikle önceden belirlenmiş olan mimari plana, temel planına göre yapılmalıdır çünkü sondaj sayısı, lokasyonları, derinliği gibi parametreler bu çalışmalara göre değerlendirilir. Eğer harita mühendisi, işini öncesinde yapmadan mimaride ve statik projede temel derinliği ve alanı belirlendiyse veya tüm bunlar belirlenmeden direk arazi üzerinde sondaj çalışmalarına başlandı ise, bu yapılan ve yapılacak çalışmalarda ciddi eksiklikler doğurur. Sonrasında süreç içerisinde sürekli fikir ve bazen tamamen proje değiştirilerek aslında bir mühendis diğer mühendisin çalışmasını bazen boşa çıkarır. Bakın jeoloji mühendisinden, belirlenen temel tipi, derinliği ve alanı doğrultusunda yapılmış arazi çalışmalarından elde edilen numunelerin, laboratuvarlara gönderilip, üzerlerinde yapılan deneyler sonrası elde edilen veriler ile yapılacak taşıma gücü ve yatak katsayısı hesabı ve jeofizik mühendisinin de arazi üzerinde yaptığı sismik ölçümler sonucu belirlenen Vs hızlarına göre belirlenen zemin sınıfı ve bu doğrultuda da elde edilecek AFAD verileri gönderilerek ancak bir inşaat mühendisi de statik çalışmalarına devam edebilir. Yani herkes birbirine elinden, ayağından bağlı. Birlikte hareket etmek zorunda. Bu işte hepimiz ortağız! Ancak maalesef sadece ekonomik açıdan bakarak bilimden ve mühendislikten uzak düşünce ile inşaat sürecindeki işlemlerin bir an önce bitmesi isteği aslında tüm bu süreçlerin sağlıklı ve sırasıyla yapılmasının önüne geçerek maalesef sonrasında çok yıkıcı sonuçlar doğuruyor.
SİLİVRİ'MİZİN ZEMİNİ “HASTA”
Ülkemizin ve Silivri'mizin depremselliği ve kabaca jeolojisi hakkında bir önceki yazımda bilgi vermiştim. Bahsettiğim süreçlerin, programın düzgün çalışmaması, çarkın düzgün ve bir arada dönmemesi tabi ki inşaat öncesi çalışmaları baltalayıp sonrasında zemine inşa edilecek olan yapıyı depreme çok hazırlıksız halde bırakıyor. Bu çark düzgün döner de herkes işini layığı ile yaparsa tüm sorunlar ve çözümleri ortaya çıkartılabilir. Ancak bu doğrultuda belirlenen zeminin analizlerine göre temel tipi, inşaat öncesi yapılacak iyileştirme yöntemi seçilir. Biz jeoloji mühendisleri olarak inşaat sürecinde zemini, bir “hasta” olarak görüp onun hastalığını ve bunu nasıl çözebileceğimizi ortaya çıkartırız. Ve maalesef Silivri'mizin zemini çok “hasta”! Silivri, çok ciddi sıvılaşmadan mustarip. Bu risk biliniyor ve aslında tek tek az önce belirttiğim süreç içerisinde jeoloji, jeofizik ve geoteknik mühendisleri tarafından bunun karşısında yapılabilecek iyileştirme yöntemi ile üzerinde inşaat yapılacak her zeminde ortaya çıkartılıyor. Sıvılaşma, deprem ile ortak çalışan bir mekanizma. Bu ikisi birbirlerini severler.
Bakın eğer bu belirlenmez ve önlem alınmaz ise maalesef ülkemizde 19999'da İzmit depreminde ve hala geçtiğimiz günlerde yaşanan depremlerde de acı bir şekilde gördüğümüz gibi ağır sonuçlar ile karşılaşırız. Bu depremlerde sıvılaşma çok yıkıcı bir rol oynadı. Sıvılaşma aynı Silivri'mizin sahip olduğu gibi özellikle kumlu ve siltli zeminlerde, yer altı suyu ile deprem sırasında oluşan deprem dalgalarının, suya doymuş daneli tabakalardan geçerken dane yerleşim düzenini değiştirmesi ve bu durumda gevşek olarak bulunan danelerin göçerek yerleşmesine ve sıkışmasına sebep olur. Zemin sıvılaşması, yeraltı su seviyesi altındaki tabakaların geçici olarak mukavemetlerini kaybederek, katı yerine viskoz sıvı gibi davranmalarıdır.
Peki bunun önüne geçilemez miydi? Tabi ki geçilebilirdi. Bu riski bilen, çözümleri bilen, öneren tek mühendis ben değilim. Peki neden 2023 yılında hala bu tarz ciddi sorumsuzluklar, bilimden, mühendislikten yoksun işler ile karşılaşıyoruz? Suçlu işleri aceleye koşan, jeoteknik çalışmalarından bütçe kısan, mühendislerin işlerini baltalayan müteahhitler mi? Yoksa işin ehli olmayan veya ceplerine daha fazla para kalsın diye “birkaç işlemi yapmasam da olur'' diyen mühendisler, mimarlar mı? Yoksa yine işin ehli olmayan ve sürece etkisini koyamayan yapı denetimler mi? Tüm bu süreci yine denetleyen belediyelerin imar müdürlükleri?
Herkes suçlu! Dediğim gibi bu bir çark ve birlikte dönmek zorunda. Domino taşları gibi diziliyiz ve birimiz yıkılırsa önündeki herkesi yıkıyor aslında. Bilinçli, dürüst ve bilime inanan müteahhit, işin ehli mühendis/mimar ve işleri denetleyen, en az onlar kadar bilgi sahibi yapı denetimler ve belediyede imar müdürlüklerinde çalışan mühendisler gerekiyor. Bu çarkın, dişleri paslanmışsa bunu yağlayacak olan denetim mekanizmasıdır. Projeleri denetleyecek, onaylayacak belediyelerde jeoloji, jeofizik, inşaat, harita mühendisleri bulunmalıdır. Bir işin ne olduğunu, neden ve nasıl yapıldığını bilmeden onu nasıl denetler ve onaylarsınız? Bu süreçte hepimizin birlikte çalışması gerektiğini unutmamamız lazım. İşleri hemen yoluna koymalıyız çünkü deprem kapıda! Depremin bizleri en hazırlıklı şekilde bulması dileğiyle.