Ufuk Bek

İnsana ve şehre vefaya dair

Vefa duygusu, her insanın içinde az ya da çok bulunur. Bu his, tanıdığımız bir insana karşı tecelli edebileceği gibi, bazen de tabiata, kullandığımız herhangi bir eşyaya veya bir şehre karşı da kendini gösterebilir. Sanırım bu duygu, Lütfü Ertürk'te daha çok yaşadığı şehre ve o şehrin insanlarına karşı ortaya çıkıyor. Doğup büyüdüğü şehre kayıtsız kalamıyor; zor zamanlarda ya da en neşeli anlarında birlikte olduğu, iki lafın belini kırdığı insanları yok sayamıyor. Hatta bazı zamanlar hiç tanımadığı insanlar için çıkıyor uzun yolculuklara. Yüreğinin götürdüğü yere gidiyor çoğunlukla. Bazen vefa, bazen de macera tutkusu ağır basıyor böyle zamanlarda. Ruhu daralıyor, yerinde duramıyor. Ve sonra ruhunun derinliklerinde birikenleri yüreğinin süzgecinden geçirip yazıyor da yazıyor. İyi ki de yazıyor. Lütfü Ertürk, kaleme aldıklarıyla Silivri'nin fotoğrafını çekiyor adeta; öncekilerin izini büyük bir özenle sürüyor, peşinden geleceklere kendi izlerini bırakmayı da ihmal etmiyor bir yandan. Hiç kuşkum yok, gelecekte bu izleri takip edecek birileri çıkacaktır elbet. Çıkmalı da…
“Yol Arkadaşım ve Şehir Efsaneleri” isimli eserleri birbirinden güzel hikayeler barındırıyor içlerinde. Yol Arkadaşım, Sevgili İbrahim'in (Çeşmecioğlu) önsözüyle başlıyor. Ama, nasıl da güzel sözcüklerle dile getirmiş, ne muhteşem anlatmış Lütfü Ertürk'ü görseniz! Hele, yazısının ortalarında bir yerlerde “Dipsiz bir hikaye denizinde var olan balık ki okyanusta boğulmaz, sana öykünün fazlası ne yapsın a sevgili ağabeyim!” cümlesini okuduğumda, içimden bir ses, ‘Sen de boğulmazsın o okyanusta İbrahim!' diyor. Ben ikisinin de boğulmayacağından adım gibi eminim.
İlk sayfalardan itibaren yazılanların büyüsüne kapılıyorum. Fener Köyü Bağları ve Fener Köyünün Otobüsü ile geçmiş yıllara ışınlanıyorum. Ve hiç geri dönmek istemiyorum.
Gece Yolculuğu öyle güzel bir öykü ki, gerçekten yaşandığına inanmakta zorlanıyorsunuz. Yalnızken okumanızı salık veririm, durduk yere kahkaha atarken birileri görürse yanlış anlaşılabilirsiniz.
Kızkapan Sokağı, çocukluğumda top koşturduğum, hatıralarım olan yerlerden biri. Ancak Vanuş, Jivan, Lika ve atının hikayesini okuduktan sonra daha başka bir anlam kazanıyor yüreğimde.
Martı isimli öyküde, okuduğumda çok etkilendiğim, bana ilham veren kitaplardan birini, en sevdiğim şarkılardan ikisiyle harmanlayıp, enfes bir kokteyl haline getiriyor Lütfü Ertürk. Önce yudumlayıp serinliyor, sonrasında daldığınız düşüncelerden bir martının çığlığıyla uyanıyorsunuz.
Orada Bir Köy Var Yakında, sevgi, saygı, dostluk, yardımlaşma, üretme, mücadele kavramlarının olduğu yerde “insanca yaşamın” var olabildiğini gösteren, eski yıllardan muhteşem bir “köy masalı.”
Seniha Sultan, sadece Sarıbaşak ailesinin değil, Silivri'nin o yıllardaki net bir fotoğrafı gibi. Yine romantik bir Türk filmi tadında.
Su'yun Hikayesi'ni okurken birkaç kez gülme krizine giriyor, ardından gözyaşlarınızı tutamıyor, sonunda yine ters köşe oluyorsunuz. Ve Lütfü Ertürk'le birlikte Altınoluk'un yolunu tutuyorsunuz.
Traklar, başlı başına bir kitap olabilecek kadar geniş ayrıntıya sahip, ilgi çekici bir destan gibi.
Kitabın son öyküsü Uzay Gemisi, aslında trajik bir aşk öyküsünden çok daha fazlası. Filme çekilmeyi hak eden, vefa duygusuyla kaleme alınmış bir yürek çarpıntısı.
Son söz olarak: “İnsanoğlu yaşadıkları kadar değil, yazdıkları kadardır” diyelim ve noktayı koyalım.

YORUM YAP