Selimpaşa İMKB Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, Yazarlar Okullarda Projesi kapsamında 2 Mart 2016 tarihinde yazar Ayşe Kulin'i ağırladı. Kulin'le yapılan söyleşi Yaşar Kemal Sergi Salonunda gerçekleştirildi. Okul Müdürü Mualla Varlıoğlu, annesinin rahatsızlığı nedeniyle katılamadığı söyleşiye okul yöneticileri, öğretmen ve öğrencilerinin yanı sıra CHP Belediye Meclis Üyesi Saadet Gencoğlu, Silivri Kent Konseyi yetkililerinden Esma Işıklar, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Silivri Şube Başkanı Mübeccel Çeşmecioğlu ve veliler söyleşiyi takip edenler arasındaydı.
KULİN'E DUYGU DOLU KARŞILAMA
Öğrencilerin, yazdığı kitaplarla kendilerine sunduğu katkı dolayısıyla teşekkür konuşmaları ve eserlerinden alıntılar eşliğinde salondaki yerini alan yazar Ayşe Kulin çok duygulandı.
Öğrencilerin karşılama sunumu şu sözlerle yapıldı: “”Köprü” Bizlere idealist, dürüst, zeki ve çalışkan bir bürokrat modelini üstelik kurgu değil, gerçekten böyle yaşamış birini tanıma fırsatı verdiğiniz için. Bence bu kitabı yeni nesilden okuyan gençlerimizden Recep Yazıcıoğlu'na özenen birçoğu ilerde kaymakam, vali veya idareci olarak karşımıza çıkacak.
“Türkan” Teşekkür ederim; Hayata geçirdiği hayalleriyle, idealizmiyle, düşünceleriyle, aşklarıyla, yalnızlığıyla, dostlarıyla, korkularıyla, karanlık kapılar ardına hapsedilmiş kızlarımıza açtığı ışıklı yolla, Cüzzam hastalığına karşı açtığı savaşla bize Türkan Saylan'ı anlattığın için.
“İçimde Kızıl Bir Gül Gibi” Teşekkür ederim; Hayatı hakkında biraz bilgim olsa da Nazım Hikmet'in bu eşsiz şiirleriyle beni tanıştırdığın için.
“Sevdalinka” Teşekkür ederim; Doğrusu benim hiç aklıma gelmemişti Boşnakların neler yaşadığını kitaplardan, bilgisayarlardan araştırmak. Ama “Sevdalinka” kitabınızın sayesinde Boşnak halkının yaşadığı acıları, o dönem tarihi biraz olsun biliyorum artık. Kitabı okumakla kalmayıp bir sürü araştırma yapmamı da sağladığın için teşekkür ederim.
“Handan” Teşekkür ederim; Her kitabınızda olduğu gibi bu kitapta da sadece bir olay anlatmayıp önemli şahsiyetlere de yer verdiğiniz için. İçinde bolca yer verdiğiniz Halide Edip ve onun yazmış olduğu aynı adı taşıyan ‘'Handan'' kitabını okumama vesile olduğunuz için.
“Füreya” Teşekkür ederim; İlk kadın seramik sanatçımız Füreya koral ile bizleri tanıştırıp Cumhuriyet'in kurulmasında ve gelişmesinde etkili olan kişileri, Atatürk'ün yaveri kılıç Ali'yi yakından tanıma fırsatını bize sunduğunuz için.
“Babama” Teşekkür ederim; Baba sevgisinin hayatımızdaki yerini bizlere hatırlattığın için. Zaman zaman çatışmalar yaşadığımız, göz göze gelmeye bile tahammül edemediğimiz, nasıl olsa hep hayatımda olacak deyip düşüncesizce kırdığımız insanın, hayatımızdan birden yok oluşunda neler kaybedeceğimizi bizlere yaşamadan yaşattığın için. Babanın 80 yaşında da olsa yaşadığını sadece nefes alış verişinden anlayabileceği bir durumda olsa bile yanında olmasının sana verdiği güveni ve sıcaklığı anlattığın için teşekkür ederim.
Gördüğünüz gibi biz Selimpaşa İMKB Mesleki Ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri olarak kitaplarınızı okuduk, araştırmalarımızı yaptık. Bunların sonucunda da sizi, sizden dinlemeye geldik.”
Kulin, duygularını şöyle ifade etti: “Beni çok duygulandırdınız. Ben size bir şeyler söylemeye gelmiştim. Boş. Onları hiç söylemesem daha iyi. Çocuklar kitap okuyun ki hayattaki insanları tanıyın diyecektim. Ama gerek yokmuş çünkü siz kitap okuyorsunuz ve onlar size dokunabiliyor. Onu görebiliyorum.”
“BİR KİTAPTAN KOCAMAN BİR HAYAT DERSİ ALDIM”
Yazar başından geçen bir anıyı ve aldığı hayat dersini şöyle paylaştı: “Yeni yazar olmuştum ve beni bir programa çağırdılar. Adını hiç duymadığım Nalan Türkali diye bir yazarla orada tanıştım. Önceden kitabını aldım. İncecik defter gibi bir kitap. Yaşam öyküsüne baktım, ilkokuldan terk. İlkokulda üç sene okumuş bir insan ne kitabı yazar diye düşündüm. O kitabı alıp evime gelirken, bilirsiniz yaşadığımız bölgelerde bulunan çöpler alınmadan bir takım insanlar tarafından deşilir, içlerinden bir şeyler toplanır. Ben genelde onların yanlarından geçerim, arabamın penceresini indirip, “Utanmıyor musunuz, bu ne terbiyesizlik, deşiyorsunuz, çevreyi kirletiyorsunuz” diye bağırırım. Yine yaptım bu işi ve evime geldim. Kitabı karıştırayım diye açtığımda okuyup bitirdim. Kitabında Nalan Türkali bana kağıt toplayarak geçinen bir aileyi anlattı. Güneydoğu'dan göç etmişler, bir varoşta oturuyorlar. Gündüz bütün aile fertleri şehre dağılıyor ve çöp topluyorlar. Kitabı bitirdiğimde çok üzüldüm. Çöp toplayanlara bunca zamandır bağırdığım için utançtan ölmek üzereydim. Ne kadar üzüldüğümü size anlatamam, çünkü ilkokulu bile bitirmemiş bir kadın bana her insanın bir yaşam hakkının olduğunu, çöp toplayanın da bir insan olduğunu hatırlatıyordu. Dersimi aldım. 57 yaşındaydım. Bir kitaptan kocaman bir hayat dersi aldım. Her kitapta, en basit bir aşk romanı veya pembe dizi bile olsa bir satır buldum yüreğimin bir tarafına dokundu, bir şey öğrendim. Ondan sonra çöp toplayanların yanından geçerken yine bağırdım ama bu sefer onlara değil, çöpten hayatını kazanmaya mecbur bırakan sisteme bağırdım. Hala da bağırırım.
“GERÇEK TARİHİ, ANI VE BİYOGRAFİ KİTAPLARINDAN ÖĞRENEBİLİRSİNİZ”
Kitap öyle bir şeydir çocuklar, hiç önünüze gelmeyecek hayatı size sunabiliyor. Tarihi örneğin, anı kitaplarından ve biyografilerden öğrenebilirsiniz. Diğer tarihi kitaplar hep siyasi açıdan bakılarak yazılır. Ya Osmanlı'yı hiç sevmezler ya çok severler, ya Cumhuriyet çok kötüdür, ya çok iyidir. Anıları okuyarak gerçeğe daha çok yaklaşabilirsiniz. İnsanı tanımak için okuyun. Çok fazla okuduğunuzda daha iyi bir öğretmen, daha iyi bir doktor, daha iyi bir mühendis oluyorsunuz çünkü pek çok hayata dokunmuşsunuz. Yabancı yazarları da okuyun, başka coğrafyalara uzanırsınız.
“HER YAZAR ÖNCE ETEĞİNDEKİ TAŞI DÖKER”
Her yazar önce eteğindeki taşı döker. Önce kendini, evini, sokağını, mahallesini, şehrini, memleketini anlatır. Eteğindeki taşları döktükten sonra artık başka konulara gidebilir. Bende de öyle oldu. İlk kitabım “Güneşe dön yüzünü”. Kendi ailemi anlatmamla başladım. Dört kuşak bir arada yaşayan bir aileydik. Ben, annem, anneannem ve anneannemin annesi yani nenem. Ben onlarla birlikte yaşadım. Osmanlı denen, neyse o onların kucaklarında yaşayarak öğrendim.
“YANLIŞ BİR OSMANLI ALGISI VAR”
Yanlış bir Osmanlı algısı var. Benim dokunmuş olduğum Osmanlı'yı size anlatmak istiyorum. İktidardakileri dinlersek Osmanlı ha bire savaştan savaşa koştu. Tabi ki öyle değil, öyle olsa ülkenin beşte dördünü kaybetmezdik. Bu insanlar atlardan indiler başka şeyler de yaptılar. Yaptıkları zaman geç kalınmıştı. Yine dinlerseniz Osmanlılar sabahtan akşama kadar namaz kıldılar, kızlarını asla eğitmediler, okutmadılar. Nenemin döneminden başlayarak Osmanlılar neler yaptığını size aktaracağım. Bizimkiler bilmiyor, keşke bilseler. 1841 Yılında Nikah denen müessese Osmanlılarda kuruldu. 1841 yılından itibarin kadın ve erkekler bir hoca karşısında evleniyorlardı, bugün olduğu gibi dua ve kutsama ama ayrıca kadı önünde de evleniyorlardı. Kanunen mecburiyet vardı. 1842-43 yılında kadın satışı, cariyelik ve kölelik tamamıyla yasaklandı. Kadınlar 1886 yılında ilk defa mirastan pay almaya başladı. Ekilip dikilemeyen arazileri gönülleri olsun diye kızlara vermeye başladılar. İşte o nedenle Antalya kıyılarında turizm patladığı zaman binlerce kadın işe yaramaz kumsalları sattılar ve çok çok zengin oldular.
“OSMANLI KIZINI OKUTUYORDU, KADIN DA İŞ HAYATINA GİRDİ”
Bugün kızlar eğitimden çabuk kurtulsun diye ne yazıktır ki 4+4+4'e bölündü. Kırsal bölgelerde 10 yaşındaki çocuk artık bir daha okula yollanmıyor. Başlık parası karşılığında satılıyor. O parayı da ödeyebilecek insan çoğunlukla genç olmuyor. Kızlar sevdiklerine gidemiyor. Kuma olarak yaşlı bir adama ayaklarını sürte sürte gidiyor ve hayatı boyunca mutsuz oluyor. 1862 yılında Osmanlı'da kızlar için ortaokul kuruldu. 1869 yılında erkek ve kızlar için ilkokul mecburi hale getirildi. Neymiş Osmanlı kızını okutuyormuş. Bu yıllarda ilk kadın öğretmen atandı ve çok iyi sonuçlar alındı. Böylece kadın çalışma hayatına da girdi. 1870 Yılında nenem doğmak üzere. Bir kuşak geriden… çünkü nenem doğduğu zaman okula da gitmiş, eğitimini de, mirastan payını da almış.
Kadınlar enteresan mahlûklardır. Beyler beni affetsin, onlara elinizi verdiniz mi kolunuzu isterler. Kolunuzu verdiğinizde omzunuzu isterler. Orta ve zengin aileler kızlarını ya mahalle okullarına gönderdiler yada evlerine hocalar getirttiler. Kızlara önce okuma yazma, Kuran-ı Kerim, Coğrafya, Tarih, Edebiyat ve mutlaka Musiki öğretiliyor. Kadınlar daha sonra yazı yazmak istiyor. Onlara mahsus gazete çıkıyor. 1877 yılında Zafer hanım ilk romanı Aşk-ı Vatan'ı yazıyor. Kadın olduğu için kendi ismiyle yayınlayamıyor. 1890 yılında da kadınlar kendi isimleriyle yayınlamaya başlamışlar.
“BİZ HAKLARIMIZI DAHA KOLAY ALDIK”
Anneannemin dönemine gelelim. 1908 -1920 yılları arasında 25 adet kadın derneği kurulmuş. İlk kurulan dernek fakir ve yoksul çocuklara yardım derneği kuruldu. Bütün dünyada kadınlar erkekler tarafından itilmiş. Onlar haklarını zorla aldılar. Biz biraz daha kolay aldık. Osmanlı zamanında başladığımız için Cumhuriyet döneminde çok kolay kazandığımız haklar var ama o dönemde ne siyasi olarak oy kullanabiliyor, ne seçiyor ne seçiliyorlar, sandıklara da gönderilmiyorlardı. Amerika'da başlatılan hareketle kadınlar haklarını kazanıyor. İstanbul'da beyaz konferanslar başlamış. “Veda”yı okuyanlar bilir. O konferanslarda haklarına sahip çıkmaları gerektiği söyleniyor.
Balkan Savaşı zamanında, erkekler cepheye gittiği için ilk kez postaneye kadın eleman istenmiş. Gazeteye ilan verilmiş. Rum, Bulgar, Yahudi, Ermeni onlar arasından seçilecek çünkü Müslüman kadınına çalışmak yasak. Bunun üzerine kadın derneğini kuran akıllı kadınlar bir toplantı yapıyorlar. Bir sabah Sirkeci'deki postanenin önünde yüzlerce kadın kol kola girip oturuyor. Kimseyi de geçirmiyorlar. Zabıta geliyor ama bugünkü gibi kadınları saçlarından tutup çekemiyor, sürükleyemiyorlar. Akşama kadar içeriye bir kişi bile sokmuyorlar.
Sonra içeride bir pazarlık yapılıyor ve kadınlar Beyoğlu'nda temizlikçi olarak çalışmaya başlıyor. Günler çok acı, çünkü ülke işgal altında. Kadınların Kurtuluş Savaşı'nda vatanına müthiş bir katkıları var.
“CUMHURİYET, KADINA HAKLARINI TEPSİ ÜSTÜNDE VERDİ”
Annem, Cumhuriyet kadınıdır. Cumhuriyet, kadına haklarını tepsi üstünde vermiş. 1926 Yılında tek eşlilik, boşanma, velayette eşitlik, mirastan eşit pay, eğitimde eşitlik v.s. Eğitimde eşitlik sadece kız erkek eşitliği değil, zengin -fakir, Müslüman-gayrimüslim her birey Türkiye sınırları içinde eğitim alma hakkına sahip. 1930 yerel seçimlerinde kadınlar ilk defa seçilme ve seçilme haklarına sahip oluyor. “Füreya”yı okuyanlar bilir. Füreya'nın annesi Hakiye Koral, yerel meclise seçiliyor. 1934 yılında bugünkü gibi yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkına sahip oluyorlar. “Aylin”i okuyanlar bilir, Aylin'in teyzesi ilk seçilen kadın milletvekillerinden.
“BUGÜNKÜ İMKÂNLARI CUMHURİYET SAĞLADI”
İlkler böyle başlıyor ama tabi ki Cumhuriyetçiler önce bir eğitim reformu yapıyor. Anadolu'da okullar açılıyor. Eğitilmiş insan yüzdesi 10, yüzde 9'u zaten gayrimüslimler. Okuma-yazma bilen yok. O dönemde eğitim seferberliği başlatılmasaydı Cumhurbaşkanlarımız, Başbakanlarımız bu görevlere gelemezdi. Bugünkü Cumhurbaşkanımız futbolcu olarak kalabilirdi, ona ve onlara Cumhuriyet bu imkanları sağladı. Kadınlardan, hukukçu, eczacı, operacı, oyuncu, mühendis, mimar v.s yaptı. Bütün bunlar Avrupa'nın yüzde 70'lerine kadar taşıdı. En fazla kadın eğitimcisiyle yüzde 60'la Türkiye'ydi. Finans sektöründe ve eczacılıkta kadınların sayısı yüzde 50'ydi. Hakimler ve savcılarda yüzde 40'tı.”
AYŞE KULİN'İN YAZARLIK SERÜVENİ
Ayşe Kulin, daha sonra yazarlığa nasıl başladığını ve kitaplarının hikâyelerini şöyle anlattı: “Kendi ailemi anlatan öykülerle başladım. Onları anlattıktan sonra Aylin'i yazdım. Aylin, birlikte büyüdüğüm, aynı okulda okuduğum akrabamdı. Öldüğünde çok üzüldüm, çünkü çok gençti. Onu yaşatmak için hayatını kaleme aldım. Kitap müthiş bir patlama yaptı. Çok bastıkça eleştirmenler çok sevinmedi. Meğer çok satanları sevmezlermiş. Çok satmayan bir kitap yazmak istedim. Baba tarafım Bosnalı. Bosna'dan göçmüş bir aileyi araştırdım. Onu yaparken de yeni bitmiş olan savaşın notlarını buldum. Tabi ki gazetelerde okuduk ve televizyonlarda seyrettik ama onlar gözümüzün önünden geçip gidiyor. Arşivlerde gördüğüm zaman inanamadım. Avrupa'nın ortasında bir soykırım var. Onu “Sevdalinka”da anlattım. Sahi sadece okurken değil, yazarken de çok şey öğreniliyor. O güne kadar Batı eğitimi aldım ve her şeyine hayrandım. Edebiyatı çok güzel, müziği muhteşem… Hangi şehrine gitseniz çok güzel ve medeni. Bir Batı hayranlığı içinde gidiyorum. Batı ile hakiki karşılaşmamdır “Sevdalinka”. Ne biçim insanlar? Böyle bir ikiyüzlülük görülmemiş. Tam kendilerine Müslüman. Kendileri arasında birbirlerine çok saygılılar. Kırmızı ışıkta dururlar, hiç yanlış yapmazlar, ama bir soykırımını görmezden gelebiliyorlar. O gözle baktığım zaman Batı'dan nasıl soğuduğumu size anlatamam. Ayağımın altındaki halı çekildi ve düştüm. Aynı şeyleri de tabi Müslüman'lar onlara karşı yapıyor. Böyle bir duyarsızlık var. “Sevdalinka”, beni uyandıran ve bakış açımı değiştiren bir kitap oldu. İlk defa Doğu'ya seyahatlerimi de o kitaptan sonra başladım. Hindistan, Uzak Doğu, Çin'e v.s gittim. Neticede yine ister istemez gözlerinizi Batı'ya çeviriyorsunuz, çünkü Doğu'da onlarınki kadar dahi hukuk üstünlüğü yok. O da tabi çok üzücü, çünkü ortada asılı kalıyorsunuz. “Sevdalinka”yı çok çok üzülerek ve bana ait olmayan bir coğrafyayı öğrenerek yazmıştım. Ondan sonraki kitabım da “Füreya” oldu. Osmanlılarla başlayan kendi doğup büyüdüğüm toprakları anlatan bir kitap. İyi ki yazdığım dediğim iki kitabım var “Köprü” ve “Türkan”. Bunları yazdığıma çok memnunum. Aranızda bürokrat olmak isteyen varsa “Köprü”yü mutlaka okumalı. Bir bürokrat nasıl olunmalı öğrenir.
“KENDİMDEN ÇOK TÜRKİYE'Yİ PAYLAŞMAK İÇİN YAZDIM”
Kitaplarımı kendimden çok içinde yaşadığım Türkiye'yi paylaşmak için yazdım. Pek fazla açamadığımı, bazı şeyleri kendime sakladığımı itiraf edeyim. “Hayal” kitabım kalan yıllardır. Hayat-Hüzün-Hayal olarak üçlüydü. Maalesef arada bir kopukluk oldu. “Hayal”de daha çok beni bulacaksınız. Yaşadığım çok komik olaylar var. Tavsiye ederim. “Veda”yı yazdıktan sonra “Umut”u yazmayı düşünmemiştim. “Veda”nın sonunu merak edenler sordu bu yüzden “Umut”u yazmaya başladım. Böylece 100 senelik bir zamanı kaplamış oldum. 40 yıl da “Hayal”de var. Kendimden sıkıldım ve değişik bir kitap yazma arayışına girdim. Tesadüfen de o yıllarda eşcinsellere çok kötü muamele yapılıyordu. Öldürülüyorlardır, ama ünlülerse gereğinden fazla itibar ediliyordu. Buna bir tepki olarak bir farkındalık yaratmak için “Gizli Anların Yolcusu” adlı kitabımı yazdım ve eşcinselliği anlattım. Yazarların farkındalık yaratması gerektiğine inanıyorum. Bu kitap için nedense eşcinseller bana homofobi ödülü verdi. Çok üzüldüm. Bir de ödülü Melih Gökçek'le paylaşmak zorunda kaldım. Ben onların halini anlatmak istemiştim. Bunun üzerine siz misiniz bunu bana yapan diyerek “Bora”nın kitabıyla onlara cevap verdim.
Daha sonra “Tutsak Güneş” geldi. Bugünleri anlatan bir çalışma. Annenin yerine koydum kendimi. Çok özgür bir kadın olmadığıma karar verdim ve ona göre yazdım. Duygularımdan çok aklımla yazıyorum. Eğer hassassanız yaşadığınız olaylara da dokunmak istiyorsunuz.”
“YAZARKEN O DÜNYANIN İÇİNE HAPSOLUYORUM”
Yazmanın nasıl bir duygu olduğu sorusuna Ayşe Kulin, şöyle bir cevap verdi: “Yazmak bir iş. Yazarken o dünyanın içine hapsoluyorum. Ne hissediyorsam onu yazıyorum. Karakterlerim plansız kendi başlarına hareket ediyor.”
“MUTLAKA GÜNLÜK TUTUN”
Yazmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz sorusuna, Kulin, “Günlük tutmadığım için çok pişmanım. Ülkemizde her gün yeni bir olay oluyor. Mutlaka günlük tutulmalı. O elinizde duygularınızı taşıyarak kalsın. Gözlemci olun. Baktığınız şeyin bir adım arkasını görmeye çalışın. Çok derin sessizliklere ihtiyacınız olmasın. Bütün sosyal görevlerinizi üstlenirken yazabilin.”
Söyleşi soru ve cevap şeklinde devam etti. Kitapların imzalanmasıyla söyleşi sona erdi. Selimpaşa İMKB öğretmenleri ve davetli misafirler yazara katılımı için teşekkür ederken, Kulin de onlarla bir araya gelmenin memnuniyetini ve mutluluğunu yaşadığını paylaştı.
Haber:
Renginar SALİ