Ali Gülcü

İnsanın insana ettiği...


Güneş elini, ayağını çekince başladılar mangala… Denizin kenarına büfe gibi bir şey yapmışlar, ucuzundan plastik sandalyeler, öteberi…
Heyecanlı heyecanlı geldik bizde, portatif masanın bacaklarını taktım, taburelerimiz yeşil.
Su borularını döşedik sahile, kamışlar, makaralar, oltalar… Geçen defa balık gelmeyince vurmuştuk kendimizi denize, şişede durduğu gibi durmuyor işte!
Saat gece yarısını geçmişti…
Tabak gibi dolunay vardı…
Bazen hayal eder gibi yazınca siz düş gördüğümü sanıyoruz ya, değil öyle gerçekten yapıyorum.
Öyle üryan.
İlk girişte dişlerim takırdayarak attım kendimi kumsala, havlu yok bir şey yok…
Arkadaşlar o halimle fotoğraf çekmiş, konu komşuya rezil olmayalım, ileride aleyhime delil sayılmasın, akıl sağlı yerindedir desinler diye sildirdim. Neme lazım!
İkincisinde çorba gibi geldi mübarek.
Sırtüstü bıraktım kendimi deryaya… Kollarımı açtım, o hissi bilirsiniz, vücudunuzun ağırlığı kaybolur, yerçekimini unutursunuz, dolunaya çaktım gözlerimi, suyla sallanıyorum… Saatin farkında değilim lakin arkadaşların söylediğine göre üç saat kalmışım suda, nerelere gidip geldiysem artık!

İzmir’den boru kurdu getiriyorlar, biz de alıyoruz. Paketi üç buçuk lira, iki sene öncesine kadar, elek, kürek kendimiz çıkarırdık kurtları, bel fıtığı olana, iflahımız kesilene kadar saplardık küreği kuma, avuç içlerimiz su toplardı.
Başkası yap dese yapmayız. İşin ucunda balık olunca, adamın gözleri kararıveriyor işte.
Şimdi zamanımı yok!
Ölü çıktığı için, bir gün sorarlarsa en çok kurtçulara para kaptırdım diyeceğim.

Büfeciler tavukla başladılar mangala… Karnımı doyurup geldiğim için etki etmedi o kadar… Bir de keyifliler, ne anlatıyorlarsa artık, gülüş cümbüş…

Yan tarafımızda dere var, karşı tarafa geçmen için ayakkabıları çıkarman gerekiyor.
Bir çift geldi, çocuk zayıf, taş çatlasa altmış kilo, karizma yapmış, top sakal bırakmış, saçları uzun, kollarda dövme falan… Artık kız, arkadaşımı karısı mı bilmem, koca popolu bir şey…
Derenin kenarında dolandılar, büfecilere karşıya geçmek için başka bir yol olup olmadığını sordular.
Yok, cevabını alınca, çocuk spor ayakkabıları, çorapları çıkardı, kahramana soyundu, irice kızda bir gülmek!
Adamın sırtına binecek ya…
Tam o sırada balık vurdu oltama, çektim, ispendek, kovayı su doldurduk hemen, içleri geçmiş, çoktan ölmüş boru kurtlarını yem yaptım tekrar, attım.

Derenin ortasında gördüm bunları, çocuğun çırpı gibi bacaklar titriyor tabi…
Arkadaşı dürttüm, şimdi düşecek fakirim dedim…
Aynı derede bir arkadaşı karşıdan karşıya geçirirken düşmüşlüğüm var, hava eksi bir dereceydi, oradan biliyorum.
Kız, ata vurur gibi ayağıyla çocuğun poposuna vurmasın mı?
Ayıpladık hepimiz, çocuğa da üzüldük, üç, dört tane daha parlatmış olsaydım, çocuğu kenara çekip, ilişkini gözden geçir, olmaz böyle kardeşim derdim de, ses etmedim.

İki araba daha gelince büfeciler köfteye geçti, göbekli adam sahilde çocukları toparlamaya çalışan kadına bağırdı, " Nazan salata yap!”
Nazan çocukları unuttu, salataya girişti.

Bir balık daha geldi, arkadaşlar da yakaladı…
Bizim portatif masanın etrafında, yeşil taburelerde tünüyoruz.
Köfte kokusu içimize içimize
Arkadaş; " çok canım çekti be” dedi.
Öbürü onayladı; " benim de”

Benim her bir yerim şişmek üzere de, kuyruğu dik tuttum, " Ereğli’de yeriz bir şeyler!”

Benzeri daha önce de başıma gelmişti, o zaman tanışmıyoruz, rahmetli Zeki abi toplamış eşi dostu, yazlıkta gecenin kör yarısına kadar mangalda lüfer yapmış, ben kös kös olta başında beklemiştim… Sonradan anlatınca gülmüştü Zeki abi, "gelseydin ya” demişti.
Nasıl gideceksin abi tanımadığın insanların yanına?
Hem ne diyeceksin?

Kulağıma küpe oldu, ne zaman mangal yapıyoruz, etrafta birileri varsa, ille ekmeğin arasına bir şeyler koyup, cevap vermelerine fırsat bırakmadan, tutuştururum ellerine…

Balık sezonunun açılacağından, şöyle kamaralı, mutfağı, tuvaleti, olan bir tekne almak lazım geldiğinden, Tekirdağ’dan Saroz’a o tekne ile gitmekten, orada bir hafta kalmaktan, kendimize vakit ayırmamız gerektiğinden, yaşın geçtiğinden, küçük küçük hedeflerden, ulaşmaktan, savaşıp çıkıp çıkmayacağından, merdivenlerden, renklerin kimi insanları neden bu kadar rahatsız ettiğinden konuştuk…

Zamanında yaşamış, Kemani Tatyos Efendi diye bir adam var.
Çalgıcı deyip geçmişler lakin öyle değil.
Rahmetli Sait Faik’e de yurt dışına çıkacağında mesleğini sormuşlarda "yazarım” deyince, pasaporta ‘işsiz’ yazmışlar ya onun gibi…
Tatyos Efendi’nin şarkısına, gamzedeyim deva bulmama başladım içten içe…
Bana keyif büfecilere bir araba daha geldi, haydi ayaklandılar karşıladılar gelenleri, sönmüş mangal tekrar yakıldı…
Nazan salata yaptı mı yapmadı mı, hava karardığı için göremiyoruz…

Bu defa sucuğu sürdüler ateşe…
Mahallede ne kadar başıboş köpek varsa, sardı büfenin etrafını…
Perişanız.
Davranın dedim arkadaşlara, balıkçılık bu kadar. Ereğli’de meydanda küçük köftecide aldık soluğu… Çok açız deyince, bir kamyon ekmek dilimi koydu adam önümüze…
Bizde bir yemek ama görmemiş gibi, kıtlıktan çıkmış gibi…
Karnımız doyunca balıkçı kahvesine kurulduk, çaylarımız geldi…
Büfeciyi belediyeye şikayet etmeye karar verdik!

YORUM YAP