Bir süredir gündemi meşgul eden ve nereden bakıldığına bağlı olarak, herkesin kendisini -az ya da çok- haklı görebileceği bir durum var ortada.
Olayı en geniş ayrıntılarıyla ilk olarak Özgür Kurt ve eşinin anlattıklarından dinlemiş biri olarak, kendilerine böyle bir muamelenin nasıl yapılabildiğine çok şaşırmış ve bunun sorumlusu kimse gereken tepkinin gösterilmesi gerektiğini düşünmüştüm. Ayrıca, bu tepkinin tüm Silivrililer tarafından ortaya konmasını, böyle bir haksızlık karşısında spor camiası, siyasetçiler ve tüm yerel basın çalışanlarıyla birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylemiştim. Kendimi onların yerine koyduğumda ve yaşananları onların bakış açısından dinlediğimde başka türlü düşünmem olanaksızdı.
Bu olay dallanıp budaklandığında, basında yazılar yazılmaya başlanıp, Silivri Belediye Meclisinde gündeme getirildiğinde ve siyasi parti temsilcilerinin söylediklerini dinlediğimde olayın -beni ve benim gibi birçok kişiyi oldukça rahatsız eden- başka bir boyutu çıktı ortaya: Masum bir konunun siyasete alet edilmesi…
Tüm Silivri'nin - ve hatta ülkedeki tüm sporseverlerin- tek yürek olması gereken böyle bir konuda bile ortak bir noktada buluşup aynı sesi çıkaramıyorsak yazıklar olsun bize, diye düşünmeden edemedim doğrusu.
Peki kimdi veya kimlerdi olayın böyle yanlış yerlere gelmesinin sorumlusu?
Konuyla ilgili gelişmelere bir bakalım ve -lütfen- kendimizi kandırmadan vicdanımızla yorumlayalım:
Melih Yıldız, mecliste yaptığı açıklamada gereken her şeyi tüm açıklığıyla dile getirdi. “Yakın zamanda bir çözüm bulunup iş görevinin revize edileceğini belirtilmesine rağmen Özgür Kurt göreve devam etmek istememiştir,” sözlerinin altını çizmek istiyorum. CHP olarak ellerinden gelen her türlü girişimi yaptıklarından eminim. Çünkü Özgür Kurt ve eşinin anlattıklarıyla örtüşüyor tüm sözleri. Ve her şeyden önemlisi Melih Yıldız, hiçbir yorum yapmadan, “siyasete girmeden” söyledi söylenmesi gerekenleri. Konuşmasının sonunda, her türlü yardıma ve desteğe hazır olduklarını da belirtti üstelik. (Olayın daha en sıcak anında ve birkaç gün içinde daha ne yapabilirdi ki?)
Filiz Baş Güler, mecliste bu konuyla ilgili söz aldığında öyle yanlış bir yerden girdi ki, artık bundan sonra ne söylese durumu toparlaması imkansız hale geldi. Yani, ceketin ilk düğmesini yanlış ilikleyince sonunu doğru getirmek mümkün olmadı. Kendisini izlerken; Ah, Filiz Hanım, “ekmek” konusuna hiç girmeseydiniz keşke! diye düşündüm elimde olmadan. Hele kullandığı “mobbing” kelimesi işin tuzu biberi olmakla birlikte Melih Yıldız' a nefis bir pas oldu; o da bu asisti ustaca bir vuruşla gole çevirmeyi başardı. (Böylece, gol atmanın sadece Volkan Başkan'ın meziyeti olmadığını da görmüş olduk.)
Volkan Yılmaz, sakin bir tavır takınıp herkese söz vererek konuya dahil olmaktan kaçındı sanki! Kendisinin bu davranışı hakkında nasıl yorum yapmalıyız bilemiyorum doğrusu. Ancak, Sevginar Hanım'ın köşesinde pek sık dile getirdiği gibi: Silivri'nin en şanslı belediye başkanı olduğu gün gibi ortada. İstediği zaman topa giriyor, biraz falsolu geldiğinde dokunmuyor, bazen orta yapıyor, bazen şut atıyor; yeri geldiğinde topa basıyor ve genellikle gol vuruşlarını kimseye bırakmıyor. Uzun lafın kısası, MHP' li Volkan Başkan, Silivri' de iktidar olmanın keyfini çıkarırken, yapılan eleştirileri üzerine alınmıyor; ortağı Ak Partili meclis üyeleri ise -genel siyasetle ilgili konularda- yapılan tüm eleştirilere yanıt vermekte zorlanıyor.
Refik Bek'le konuştuğumuzda farklı ayrıntılar dikkatimi çekti. Bence ilki ve en önemlisi, Özgür Kurt'un diplomasının talep ettiği kadro için yeterli olmayışı. İkincisi -CHP'li Melih Yıldız'ın da dile getirdiği gibi- rezervasyon görevlisi olarak çalışan diğer 80 kişiden 74' ünün önerilen görevi kabul etmiş olması ve işlerine devam etmesi, Özgür Kurt'un ise-diğer 5 kişinin yaptığı gibi- işten ayrılmayı tercih etmesi. Kendisinin istediği pozisyon için gerekli koşullara sahip olmadığından antrenör olarak görev yapması da olanaksız. İyi Parti İlçe Başkanı Refik Bek de, aynen CHP Grup Sözcüsü Melih Yıldız gibi, yeni çıkarılan yönetmeliğin koşulları belli, diyor. (Bu bilgilerden, konunun sadece Özgür Kurt'la ilgili bir durum olmadığını anlıyoruz. Ayrıca işten çıkarılma da kesinlikle söz konusu değil. )
Sormak isterim; doğru olan, önceki yıllarda -Ak Parti döneminde- “liyakata bakılmadan” yapılan uygulama mıdır; yoksa, İBB'nin göreve geldikten sonra yönetmelik değişikliğine giderek yaptığı “liyakata önem veren” uygulama mı, sizce hangisi doğru?
Özgür Kurt'un yerinde olsam; kızımın geleceğini düşünerek, iş yerimde bir süre daha çalışmaya devam eder, CHP'li ve diğer tüm siyasilerin verdikleri sözleri tutmasını beklerdim. Eğer belli bir süre sonra değişen bir şey olmazsa ancak o zaman harekete geçer her platformda mücadelemi sonuna kadar verirdim. Keşke bu kadar aceleci davranmasaydı!
Ben, eski bir sporcu olan Volkan Başkan'ın, İrem Kurt'a her türlü desteği sağlayacağından ve bunu “siyaseten kullanmayacağından” eminim. Ancak gönül ister ki “Milli Sporcumuz İrem Kurt” İBB ve başka güçlü kurumlar tarafından da sahiplenilsin ve desteklensin. Çünkü tenis sporu oldukça masraflı bir branş olduğundan birkaç sponsora ihtiyaç var. Bu koşullar sağlanmadan ailenin dayanabilmesi pek mümkün olamıyor ne yazık ki!
Yerel basında yazılanlar, bu konuda yorum yapan arkadaşların şahsi görüşleridir, hepsine saygı duyarım. Ancak birkaç kelimeyle eleştirmeden de duramam doğrusu!..
Kiminin yorumu tamamen siyasi bakış açısıyla ve “bazı siyasilere dokundurmak üzerine” kaleme alınmış… Bazısı elinden geldiğince objektif olmaya çalışmış… Bir arkadaşımız da “Özgür Kurt ve Volkan Başkan”ı öven çok hoş cümleler kullanırken, birkaç kurumu eleştirmekten geri durmamış. (Sanki olayın sorumlusu bu kurumlarmış gibi!)
Burada tartışılan Özgür Kurt'un kişiliği değil! Volkan Başkan'ın tavrını da ayrıca uzun uzun tartışırız elbet! Burada asıl söz konusu olan “Milli takıma seçilmiş gencecik bir sporcunun geleceğidir.” Hepimizin öznesi “İrem Kurt” olmalıyken, ve bizler, bunun etrafında birleşip neler yapabileceğimizi konuşmamız gerekirken, -çoğu zaman yaptığımız gibi- kişisel duyguları işin içine katıp, siyasi hesaplaşmalar ve parmak sallamalar peşinde koşuyoruz her nedense!
Tam da bu noktada, altını çizdiğim bir paragrafta şöyle diyor, Goethe: “ …basit bir hikaye, ufak tefek ayrıntılar hariç tüm anlatılanlar birbiriyle örtüşüyor; sadece anlatanların düşünme biçimlerinden dolayı fikirler ve yorumlar farklılık gösteriyor. Söylenenleri önemsemekten başka ne gelir elden; çünkü sıradan olmayan insanların başından geçen tek bir olaydaki tamamen kendine özgü gerçek sebebi bulmak çok zordur.”
Sonuç olarak: Ne “Özgür Kurt” ne de “İrem Kurt” bizler için sıradan insanlar değildir.