İslam’da hırsıza arsıza, yolsuza sahip çıkmak, onları korumak ve kollamak yoktur.
‘kol kırılır yen içinde’ diyerek örtbas etmek, sümen altı yapmak, suçluyu koruyarak zulmün ve kötülüğün yanında yer almak İslam ile bağdaşmaz.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının arkasına sığınmaları ne eşitlikle ne dinle ne de çağdaş hukukla izah edilebilir.
İslam’da hiç kimse makamından, mevkiinden dolayı kutsal sayılamaz. Herkes yaptığından mutlaka sorumludur. Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz, onlar (insanlar) ise sorguya çekileceklerdir.” (21 / enbiya suresi, ayet 23.)
Seçkin bir aileden hırsızlık yapan kadının cezalandırılmaması için aracı olanlara hazreti Muhammed: “İsrail oğulları aralarında mevkii ve makam sahibi kişiler hırsızlık yaparlarsa, onlara dokunmazlardı. Ama zayıf ve kimsesiz kişiler hırsızlık yaptığında, onları cezalandırırlardı. Eğer hırsızlık yapan bu kadın mahzun oğullarından değil de kendi kızım Fatıma olsaydı, kesinlikle kızım Fatıma’yı cezalandırırdım” demiştir. (buhari, ahkam, 12; müslim, hudud, 8.)
Dünyada yargılanmaktan dokunulmazlık zırhıyla kurtulanlar, ahrette yargılanmaktan kurtulamazlar. Çünkü allah. “kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun karşılığını görür, kim de zerre miktarı şer işlemişse onun karşılığını görür” buyurmuştur. (99 / zilzal suresi, ayet 7-8.)
Yüzlerce yolsuzluk dosyalarının ‘dokunulmazlık’ nedeniyle beklediği bir ülkedeyiz.
İslam’ı istismar ederek Müslümanların temiz duygularını sömüren, el fenerini yetersiz görüp deniz feneriyle hırsızlık yapanların korunması, tüyü bitmemiş yetimlerin fakir fukaranın hakklarının akrabayı kayırma projesi şeklinde peşkeş çekilmesi gibi tartışılan konular, insanımızın inanç yapısında derin sarsıntılara neden olmaktadır.
Peygamberimiz döneminde vuku bulan bir olay ilginçtir. Zafer oğullarından übeyrik’in tume veya beşir adlı oğlu, rifaa bin zeyd’in un çuvalı içinde saklı silahını, zırhını ve kılıcını çuvalla birlikte çaldı. Ancak çuval delindi. Un akarak iz bıraktı. Hırsız çuvalı önce kendi evine sonra da Yahudi zeyd bin semin’in mülküne sakladı.
Olayın ortaya çıkması üzerine übeyrik oğulları tüm yakınlarıyla birlikte hareket ederek kendilerinin Müslüman olduklarını, hırsızlıkla suçlanmayı kabul edemeyeceklerini sert bir şekilde ifade ettiler. Peygamberimizi etkileme çabasına girdiler.
Übeyrikli’nin masum olduğu, Yahudi’nin hırsız olduğu görüşü halkta benimsenmeye başladı.
Peygamberimiz de Yahudi’nin hırsız olduğu görüşüne vardı ve neticeyi bu şekilde açıklamak üzere iken Allah olaya müdahale etti. Nisa suresinin 105- 113. Ayetlerini indirdi.
Hırsız ve taraftarları hazreti Muhammedi yanıltabilirlerdi ama Allah’ı asla.
Böylece İslam’da ‘bizim hırsız’ anlayışına geçit olamayacağı ortaya konuldu.
İşte 4/ nisa Suresi’nin 105-113. Ayetleri:
“biz sana Kuran’ı gerçek ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin.
Hainlerin savunucusu olma. Allah’a istiğfar et. Şüphesiz ki Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir. Zira allah, daima hainlik yapıp günah işleyen kimseyi sevmez.
Kötü fiillerini insanlardan gizliyorlar da Allah’tan gizlemiyorlar.
Oysa geceleyin onun istemediği şeyi kurarlarken Allah onlarla beraberdi. Allah onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır. (hiç bir şeyi Allah’tan gizleyemezler.)
Haydi, siz onları dünyada savundunuz diyelim. Ya kıyamette onları allah’a karşı kim savunacak. Ya da kim onlara vekil olacak?
Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allahtan mağfiret dilerse, alladı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur. Kim bir günah işlerse onu kendi aleyhine kazanır. Allah bilendir. Hikmet sahibidir.
Kim bir hata ve günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve açık bir günah yüklenmiş olur. Allah’ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar kendilerini saptırırlar. Sana hiç bir zarar veremezler.
Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu cidden büyük olmuştur.” (bakınız, ihsan özkes, inanç sömürüsü islam’a ve uygarlığa büyük engeldir, s, 81-82, İstanbul 2000.)