Oturup siyaset yazacakken, aklımdan geçenleri dökmek istedim kağıda. Daha ne kadar yok olabiliriz aslında ben onu merak ediyorum. Neresinden tutsam, neresinden baksam elimde kalıyor ülke. Koca ülkenin ormanları cayır cayır yanarken, “Söndürme uçaklarımız vardı hani, neden onlar yangına müdahele etmiyor?” diye soran gazeteciye. Bakan'nın o muhteşem cevabını duyduk. “Uçakların 3 tanesi hiç çalışmıyor, diğer 3 tanesi yağ kaçırıyor, kendine güvenen buyursun gelsin kullansın uçakları'' dendi.
Gerçekten çok özür dileriz sayın bakanım! Uçakların bakımını halk olarak yapmayı unutmuşuz… Cahilliğimize verin lütfen! Bunları demek geldi içimden. Böyle bir cevabı Sayın Bakan da yanlış anlamaz herhalde? Ne kadar kolay değil mi sorumluluğu üstümüzden atmak. 1 cümlede her şey oldu bitti, artık sorumluluğu başkaları düşünsün. Gerçekten böyle mi? Ülkemizde öyle zeki ve işinde uzman mühendislerimiz varki, o uçak motorunu baştan imal eder de dünya gıpta ile bakar. Yurt dışına kaçırdıklarımızı söylemek bile istemiyorum. Lakin biz fırsat vermiyoruz. Peki neden? Çünkü “Biz kim uçak yapmak kim” zihniyeti yüzünden hala elin adamına muhtacız. Dön bir bak bakalım arkana yokluk içerisinde, savaştan çıkmış ülke, uçak üreten senin atan, deden değil mi? Şimdi neden üretemiyorsun peki? Çünkü o elin adamı sana “Üretme ne gerek var, bak biz yaptık bunu al işte'' diyor. Karşılığında sen ne veriyorsun peki? Madenlerini mi? Yerli tohumunu mu? Daha nicelerini mi? Senin ülkende ormanların cayır cayır yanarken, elin adamından motor parçası beklersin de göndersin yangına müdahele edesin… Daha çok beklersin. Ülkendeki ağaçtan o adama ne! Umurunda mı sanıyorsun senin yeşilin, ağacın, tabiatın…
Kaz Dağlarında siyanürle altın ararken umurunda mı sanıyorsun o adamların senin vatandaşının zehirlenmesi, hasta olması? Buradan yola çıkarak, ağaçların kesilmesini pek umursamadıklarının da farkındasındır herhalde. Toprak senin olmayınca siyanürle de altın ararsın dinamit de patlatırsın. İşin daha acı tarafı var ki, o da millileşemeyen madenlerimiz. Yine o elin adamı senin ülkenden çıkardığı altının 5'te 1'ini sana bırakıyor, geri kalanını alıp götürüyor, işleyip tekrar sana satıyor. Türkiye de yakın zamanda ön görülen altın rezervi 750 ton, ama biz bunu elin adamına seve seve veriyoruz. Çünkü bize makam uçakları hibe ediyorlar…
Belirtmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Zamanında ÇED raporları ile baya bezdirdik aslında biz bu adamları. Ama sonra ne oldu kendimizden bildiğimiz adam da bize bastı tokadı, meğer oda başkasının adamıymış, şimdi firari… Okuyucularımız kısa bir araştırma yapsalar internette bu adamın kim olduğunu çok rahat bulurlar. İşimiz sadece okutmak değil, aynı zamanda araştırmaya sevk ediyoruz sizleri… Şuan Kaz Dağlarında eylemler yapılıyor, bu kıyım durdurulmaya çalışılıyor. Lakin kimsenin oradaki sesi duyduğu falan yok, duymayız çünkü işimize gelmiyor. Bizler artık sağar olmuş bir toplumuz! Etrafımızda o kadar çok adaletsizlik, haksızlık varken tıkamışız kulaklarımızı sadece işimize gelenleri işitiyoruz. Aman işimiz bozulmasın diye de güçlünün tarafında olup, bazen işittiklerimize cevap veriyoruz.
6 yıl önce boşandığı eşi tarafından vahşice bir şekilde öldürülen Emine Bulut'u duymadık mesela. 10 yaşında evladının gözü önünde katledilirken oradaki herkes sustu. Ama kimse video çekmeyi ihmal etmedi. Bu ülkede 1 yılda 245 kadın öldürüldü. Sebep; çok sevmek, kıskanmak, namus cinayeti. Bu kadar basit işte. Biz kadınlarımızın kaç çocuk doğurması gerektiğini hala tartışıyoruz, onları korumamız gerekirken.
Bu konuda yazıp söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, kelimeler yetmez. Sözcükler kifayet etmez. Bu olayların önüne geçmenin tek yolu idam değil; EĞİTİM.
Ne kadar çok eğitimli bireyler, ne kadar çok aile bilinci o kadar bilinçli bir toplum demektir. Artık klişe olarak gelen “eğitim şart” sözü, bu günlerde en çok ihtiyacımız olan şey aslında.
Mutlu, huzurlu bir hafta sizlerin olsun…
Ben artık bilimi, güzelliği, hoşgörüyü konuşmak istiyorum bu ülkede...