Hürhaber için öncelik gazete okuyucularındadır. İnternet sitesi bizim için ‘olmuş olmak’tan ibarettir. Adil Sirkecioğlu’nun son iki yazısının internete konulmamasını halen sansüre yoran zihniyetler keskin sirkenin bugüne kadar yazdıkları ve sitede yer alan köşelerini de ya okumadı ya hiçbir şey anlamadı, ya da ziyadesiyle Hürhaber’e karşı art niyetli. İnatla Hürhaber’i yanlış anlayan, yorumlayan insanların haber alma hakkı veya köşe okuma zevki için kaygılanmaktan daha önemli işlerim var. Hürhaber’de yayınlanan her şeyi okumak isteyen zahmet edip, bayiden gazetesini satın alsın veya abone olsun. O kadar şikayet edeceklerine, ısrarla art niyetli davranacaklarına bir kere de olumlu yaklaşım sergileseler kendi içinde düştükleri çözümsüzlüğü belki giderecekler.
“Metin Karakaş’ın ricası etkili olmuş mu olmamış mı?” Metin Karakaş’ı seversiniz sevmezsiniz bugün AKP’nin İlçe Başkanı. Yarın ne olur bilemem, geçmişte ne olduğunu az çok hepimiz biliyoruz. Karakaş, üstlendiği görevi yerine getirmeye çalışan biri. Yöntemlerini, attığı adımları eleştirebilirsiniz, takdir de edebilirsiniz. Bir güne kalkıp da çıkan her hangi bir haber veya köşe yazısı nedeniyle sitem etmişliği bile yok. Hakkı olan durumlar olduğu halde. Yazılan bir şeyi engelle çabasını hiç hissetmedik. Kendisini haklı görmek, göstermek Hürhaber’in işi değil, ama emeğini görmezden gelmek de adil bir yaklaşım olamaz. Karakaş’ın siyasi başarı veya başarısızlığını hak takdir edecek. Hürhaber’e asla müdahale girişimi olmayan, olgunlukla tüm eleştirileri kabullenen AKP İlçe Başkanı Metin Karakaş’ı da suçlayacak başka şeyler varsa onlardan söz edin. Çünkü hem Hürhaber’ hem de Karakaş ile ilgili Sirkecioğlu’nun son yazısında sözünü ettiği şikayetlerin gerçekle uzaktan yakından alakası yok.
Gelelim Sirkecioğlu’nun son iki yazısının neden internette yer almadığına… Siteyi güncelleyen çalışanımız yıllık izindeydi. Sevginar Hanım da bu süreçte gazete hazırlama yoğunluğundan dolayı site güncellemesine fazla zaman ayıramadı.
Sevgili Sirkecioğlu, sizi okuyup da Hürhaber’i okumamakla kalmayıp karalamaya çalışan arkadaşlarınızı aydınlatırsınız artık. Hem konuyu köşenizde yer vermeden de açıklığa kavuşturabilirdiniz ama demek ki Metin Karakaş’a bu olay üzerinden de taş atma fırsatını kaçırmak istemediniz. Şikayetçi ve tepkili takipçilerinizin gazına gelerek, sizin haklılığınızı savunmam gerekirken beni Hürhaber ve Karakaş’ı savunmak zorunda bıraktınız. Görüşlerini bu denli önemsediğiniz insanlar sizi Hürhaber ve Karakaş’tan nefret ettikleri kadar sevmiyor gibi geldi bana.
Daha önce yer verdim ama tekrar hatırlatmakta hiçbir sakınca görmüyorum. Hatta çok faydalı da olabilir. Okuyun lütfen. Biz bazı şeyleri çok çabuk unutuyoruz.
YILAN VE ADAM
Çok eskiden köyün birin de bir yaşlı evliya ve fukara oğlu yaşarmış bu köyün hemen karşısın da da çok ama çok yüksek bir de dağ varmış. Bu dağın tam tepesin de için de bir yılan bulunan bir kuyu var imiş. Ne zaman yaşlı evliyanın başı derde girse yanına gider ve yılan da ona bir altın lira verirmiş. Gel zaman git zaman artık yaşlı adam oraya çıkamaz hale gelmiş. Oğlunu yanına çağırmış ve demiş ki “Bak oğlum o dağın tepesinde bir kuyu var. Oraya git kuyudan bir yılan çıkacak. Benim oğlum olduğunu söyle.
Sana vereceği emaneti al ve bana getir.”
Oğlu da “Tamam baba” deyip koyulmuş yola. Kuyunun başına gelince yılan çıkmış oğlan anlatmış her şeyi yılan da kuyuya inmiş ve bir altın vererek, “Bunu babana götür” demiş.
Oğlan da içinden düşünmüş ‘Eğer ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki bütün altınları alır ve çok zengin olurum’. Yerden aldığı bir taşı yılana fırlatmış. Taş yılanın kuyruğuna gelmiş ve can havliyle oğlanı ısırmış.
Epey zaman sonra oğlan zehirlenerek, ölmüş adam iyileşmiş ve doğru yılanın yanına gitmiş. Her şeyden haberi olan adam başlamış yılana anlatmaya “İşte öyleydi böyleydi o cahildi” falan filan. Demiş ki “Gel tekrar eskisi gibi dost olalım”.
Yılan cevap vermiş, “Yok olmaz. Bende bu kuyruk acısı sende de bu evlat acısı varken biz artık dost olamayız.”
İyi festivaller...
İyi hafta sonları...