Toplum, kadın ve erkeğe farklı davranır; onlara farklı özellikler, davranışlar, görevler yükler. Örneğin, bir kadın işten geldikten sonra ilk olarak mutfağa girerken erkek televizyon karşısında yemeğin hazır olmasını bekler. Toplumdaki görev dağılımında kadının görevi “ev işlerini” yürütmek iken erkeğin ise “ ailenin gelirini” sağlamak olduğu görülür. Kadın çalışıyor bile olsa akşam eve geldiğinde yemeği hazırlamak onun görevi bilinir. Bunun nedenine dair çeşitli görüşler ileri sürülmüş, araştırmalar ve tartışmalar yapılmıştır.
Toplumun iki ana unsuru olan kadın ve erkek, biyolojik özellikleri bakımından faklıdır; buna cinsiyet denir. Toplumsal cinsiyet ise, kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder; kültürel bir yapıyı karşılar ve genellikle bireyin biyolojik yapısıyla ilişkili bulunan psikolojik özelliklerini de içerir. Kadın ve erkeğin çalıştığı bir evde, ev işlerinin paylaşılıp paylaşılmadığı ya da erkeğin ev işlerinde kadına ne kadar yardımcı olduğu karşımıza çıkan sorular arasındadır. Bazı erkekler ev işlerinin sadece kadına ait olduğunu düşünürken bazıları da eşine yardımcı olduğunu savunur. Bu yardımlar arasında belki evi toparlamak belki market alışverişini yapmak vardır. Ancak erkek sabahları uyandığında ilk beş dakikasını “bu akşam çocuklara ne yemek pişireceğim” diye düşünmez. Kadın eve biraz gecikeceğini söylediğinde erkek çocuklara yemek pişirmesi gerektiğini düşünemeyebilir ancak; kadın arayıp yemek hazırlaması gerektiğini söylediğinde kalkıp hazırlamaya başlar. Bu yüzden ev işlerinin sorumluluğunu kadınlar daha yoğun yaşamaktadır. Bir erkeğin ev işlerinde kadına yardım ettiğini hep duyarız, ama bir kadının ev işlerinde erkeğe yardım ettiğini duymak pek mümkün değildir.
Cinsiyet ayrımcılığı, erkek egemen toplumda kadınlara yönelik olumsuz tutumların hayata ayrımcılık olarak yansıması sonucunda sosyal, kültürel, politik ve ekonomik alanlarda erkeğe göre daha düşük konumlarda tutulması olarak tanımlanmıştır. Glick ve arkadaşları iki tür cinsiyetçilikten bahsetmişlerdir. İlki olan düşmanca cinsiyetçiliğe göre, kadının erkeğe göre daha zayıf ve ona bağımlı olarak algılanması, düşük seviyede görülmesi ve ayrımcılığa tabi tutulmasıdır. Korumacı cinsiyetçilik ise kadının korunması, yüceltilmesi ve sevilmesi gibi olumlu tutumları içermekle birlikte kadının erkeğe göre daha düşük seviyede olduğunu gösteren bir önyargıdır. Bu iki cinsiyetçilik de kadının zayıf cinsiyet olduğunu ve ev işi yapmak gibi çeşitli rolleri sürdürmesi gerektiğini ileri sürer. Düşmanca cinsiyetçilik, kadını yönetme, kontrol etme, değersizleştirme, seks objesi olarak görme vb. şekillerde ortaya çıkarken korumacı cinsiyetçilikte kadını koruma, yüceltme, sevme gibi olumlu duygularla ama kadını zayıf, korunmaya muhtaç olarak gören bir tarzla ve lütuf gibi ortaya çıkar. Yapılan araştırmalar doğrultusunda erkeklerin kadınlara göre daha cinsiyetçi oldukları bulunmuştur. Düşmanca cinsiyetçiliği benimsemiş olan bir erkeğin karısını dövmesine yönelik tutumları olduğu belirlenmiştir. Kadınlara karşı önyargılı olunması yaygın bir durumdur ancak ne yazık ki kadınların da kadınlara karşı önyargılı olduğu yine görülen bir durumdur.
Toplumsal cinsiyet, kalıpyargılar, önyargılar, kadın ve erkeklerin farklı olduğu inancı hem kadın hem erkek için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu sıkıntılar insanların istediklerini yapıp kendilerini gerçekleştirmelerine, mutlu olmalarına ve hatta sağlıklı olmalarına bile engel olabilmektedir. İnsanları kadın ya da erkek olarak sınırlamak çok da doğru olmamakla birlikte, mutlu ve başarılı olmalarını da engelleyen bir durumdur. Ayrıca psikolojik ve fiziksel şiddet başta olmak üzere her türlü baskıya boyun eğmek zorunda kalan kadınlar bu durumdan ancak cinsiyetçilik ayrımı en aza indirildiğinde kurtulacaktır.