Özlemişim Kale Mahallesini; çocukluğumun, öğrencilik yıllarımın, haylazlığımın sokak sokak, ev ev tanığı olmuş ve hala büyük çoğunluğunu isim isim tanıdığım dostlarımın yaşadığı yer.
Son olarak Lütfü ağabeyin kahvesinin önünde soluklanıp can sıkıntısıyla ayrıldım umanımızın ocağından!
Çarşıya kadar yürüyerek indim tekrar.. yürürken de nefes nefese düşündüm: Lütfü ağbi kahvesini göreneğiyle bezemiş.. göçmen atalarının ölüm ölüm kendileriyle birlikte Balkanlar'dan getirdiği geleneği, hüznü, direnciyle ayakta tutmuş, içindeki insanlığı çayında sohbetinde demlenmiş munis ama aynı zamanda özü sözü bir insanlardandır benim gözümde. Dedim ya, çocukluğumuzdan beri tanıdığımız, kusurlarımızı görmeyen veya usulca üzerini örten sığınacağımız ağabeylerimizdir onlar. Üzüntüm yurdumda milyonlarca küçük esnafın olduğu gibi onun da işyeri kapalı, ama AVM'ler açık! Kundura tamircisi, terzi, zücaciye, kırtasiye benzeri yıllarını küçücük dükkanlarına adamış, çoluğunun çocuğunun geçimini oraya bağlamış esnafın dükkanı kapalı, sermayesi dağ gibi koca koca işyerleri açık! Bu nasıl bir ölçüdür, nasıl değerlendirmedir acep, bilen varsa beri gelsin. “Kapanmak şarttı” filan gibi yorum yapılacaksa, ‘elbette haklısınız' derim. Ancak bu şaşmaz bir adaletle olması gerekmiyor mu? Herkese ayrımsız uygulanması en güzeli değil mi? Güzel yurdumda kişi hak ve özgürlüklerine bakış vicdanları rahatsız etmeden, küçük büyük ayırmadan, yakın uzak demeden yapılamaz mıydı derim ben de!
Böyle giderse aramızdan bir müddet sonra kaybolacak olan sadece esnaf olmayacak emin olun. Güleryüz, yardımlaşma, kötü gün dostluğu, komşuluk gayreti, ahi inayeti, kapanan dükkanlarla beraber, kepengi de kapanan kalplerin karanlığında kaybolacak.
Bütün düşündüklerim ipi kopmuş tespih taneleri gibi boğazıma döküldü sanki.. Boyacı bayırından Ataç Kırtasiye'ye doğru yaklaşıyorum. Acı bir korna sesi.! Arkadaşım güya şaka yapmış. Ne bilsin boğazımda tesbih taneleri gırç gırç yürüyorum. Hepsini yuttum!. Kızdığımı anladı bastı gaza.. Ben de bastım küfrü.
Tam kapanmaya bir kaç saatimiz kaldı. Her şeye rağmen sabredeceğiz selamete ermek için. Gönlünüz ve umudunuz solmasın.
KIŞ
Kış vardır, bir de kışın içinde kış vardır.
Zemheri der çokları.
Hani karanın içinde kara gibi.
Yani som kara, zindan kara dediğince!
Bizim Trakya'nın soğuğu da böyledir bencileyin.
Ama babam ne zemheri derdi, ne de karakış diye tarif ederdi böylesi zamanları.
Şubat başından Hıdırellez'e kadar olan dönemde acı soğuk tabakta jöle gibi dingildetirdi de topumuzu, yine her odada soba yakamazdık..
İliğine kemiğine kadar ısınmak zengin işiydi çocukluğumda(E şimdide değişen bir şey yok.)
Soba evin en büyük odasında veya sofada yanar, herkes koyunlar gibi toplanıp başına büzüşürdü.
Çok sıkışmadan tuvalete git de gör sıkıysa!
Az kalırsan kristalize, ihtiyaç uzun sürerse maazallah saçaklardaki buz sarkıtlara dönerdin.
Sıcağın başında toplanan çoluk çombalak ve konu komşu tuvaletten gelenin geçici hafıza kaybı geçirmiş haline bakar da hem acır hem de mabadı sancırdı sıkınmaktan.!
Her şeyin kötü olduğu yerde, en kötüyü bilmek iyi olmalı der filozof.
Babamın da en kötüyü anlatma biçimi ilginç ve bir o kadarda komikti tabii.
Ama sen istersen gül.. bak bakalım babam nasıl kendisinin taşkalaya alındığını fark edip karakış gibi gürlüyor (.....).Haaaa haa haaa.
Eee öyle böyle adam değildi zaar. Gören yakıştırır ve sonrada yapıştırırdı etiketi zatına: “okumamış ama kâmil adam, halk bilgesi mübarek(!)”
Neyse sobanın başına dönelim biz yine tez elden:
Vuuuvvv diye kiremitlerin üzerinde yürüyen rüzgârı işitince babam “Iıışşşşşş! nası kış büle beya! Ne zaman bitçek bu götkesen suğukları” derdi kendi içine büzülmüş daireye.
Cesur olan yüznumaraya fırlardı gülmek için. Dedik ya gerçekten tuvalete çıkmak bile cesaret isterdi Şubat gecelerinde bizim buralarda.
Canı huzurda olsun, hatırladım yine harlanmış sobanın başında söylediklerini ve ruhunu üzmemek için sessizce güldüm.
Bugün 09 Mayıs 2021.
Sırtımı verdim bahar güneşine ve şöyle dedim “Hadi gene iyisin İbrahim.. bak götkesen suğukları bitti.”
Haaaa haa haaa ..Hadi gene iyisiniz iyi.