BAKİ ÇİFTÇİ

Kara Pazar

Serdar 17 yaşında, Kocaşehrin gecekondu mahallelerinde büyümüş, babası yıllar önce iş kazasında ölmüştü. Annesi, ufak tefek temizlik işleri yaparak ayakta kalmaya çalışıyor ama geçim derdi her geçen gün daha da ağırlaşıyordu. Serdar, babasının ölümünden sonra okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Gençliğinin verdiği umutla bir şeyler yapmak, annesini bu yükten kurtarmak istiyor, ama sokaklar adeta ona "başka bir çıkış yolun yok" diye fısıldıyordu.
Bir gün, mahalleden tanıdığı, çabuk parlayan ama karanlık geçmişine kuşkuyla bakılan biri, Serdar'a kolay yoldan para kazanabileceğini söyledi. "Senin gibi delikanlı, sokakta boşa zaman harcayacağına, benim yanımda bir şeyler kazanır. Hem annen de rahat eder" diyerek Serdar'a iş teklif edince hiç düşünmeden kabul etti. İş bulmanın sevinciyle minnet duyduğu ‘Abi'ye çok güveniyor, ne derse yapmaya hazırdı. Serdar'a o gece söyledikleri adrese bir paket teslim etmesini istediler. O paketi almasıyla hayatının nasıl alt üst olacağını düşlenemiyordu bile. Hep annesi aklına geliyordu.
Serdar kısa sürede işin içine derinlemesine daldı. İlk başta sadece küçük teslimatlar yaparken, zamanla daha büyük işlere gönderiliyor, o da para kazandıkça hevesi artıyor, ne taşıdığını sormuyordu. Ayrıca ‘Abi'ler soru sorulmasını sevmiyorlardı. Serdar için para kazandığı sürece sorun yoktu. Kolay kazandığı para, hayatlarının düzelmesine, annesinin ağır yükünü oldukça hafifletmişti. Ancak zamanla, lüks tüketim, kıyafetler, cep telefonu, ardından bilek saatleri Serdar'ın gözünü kamaştırıyordu. Ona verilen ufak tefek görevler giderek büyüyor; ‘Abi' dediği kişilerden sürekli yeni emirler alıp, “işini yap, sorgulama” diye uyarılırdı. Serdar, ilk başta tereddüt etse de bu paranın ona sağladığı özgüvenle ‘Abi'lere daha fazla sadakatle bağlanıyordu.
Ancak Serdar için tehlike çanları giderek farklılaşmaya başlamıştı. Bir gün, borçlarını ödeyemeyen birini korkutması istediler. O an Serdar, içinde olduğu sistemin ne kadar acımasız ve kanlı olduğunu anlaması, uzun zamandır uykularını kaçırsa da kendini çaresiz, hem de kazandığı paradan vazgeçmek istemiyordu. Çünkü bir kez bu karanlığa bulaşmış olanların çıkış yolu yoktu. Çünkü ayrılmak ihanet ve hain olarak suçlanması demekti. Onu sokaklarda alıp para sahibi yapan ‘Abi'lerdi. Üstelik kendisi gibi yüzlerce genç, aynı sokaklarda, aynı kaderi paylaşıyor ya da hazırda bekliyorlardı. ‘Abi' diye hitap ettiği kişilerse bu gençleri korumaz; onlar yalnızca, yukarıda zengin sofralarında olanların elinin altındaki piyonlar olduğunu birçok olayda tanık olmuştu.
Serdar bir gece yine yüklüce bir paket taşırken yakalandı. Yakalandı ama annesini karanlık bir utanç içinde bıraktığını düşündükçe kahroluyordu. Annesi ne zaman bu paraları nereden kazanıyorsun diye soracak olsa sofrada bile olsa evi terk ediyordu. Eve her dönüşünde mümkün olduğunca görünmemeye çalışmıştı. Son aylarda nerdeyse hiç konuşmaz olmuşlar annesini sık sık ağlarken buluyordu. ‘Kim bilir şimdi ne haldedir' diye kahroluyordu.
Serdar'ın hapse girmesi, mahallede bir çok genç için bir uyarı değil, aslında rutin bir kaderdi. Sokaklar, yoksul mahallelerde yitip giden gençlerle dolup taşar, gazeteler Serdar gibilerin adını bile anmaz; onlar sadece birer sayı, birer istatistik olur. Zengin sofralardaki baronlar ise “temiz” işlerine devam ederken, onları koruyan duvarların arkasında para sayma makinelerinin ekranındaki sayılarla ilgileniyorlardı.
Bu hikâye, tamamen kurgudur. Ancak bu hikâyeden daha fazlası olduğu narkotik davalarının artışında ve son yıllarda uyuşturucu kullanım yaşının çocuklara kadar indiği haberlerinin yanında en yakınlarını katleden bağımlıların sık sık haber bültenlerine konu olmasından anlıyoruz. Ayrıca uluslararası suç örgütlerinin ve yöneticilerinin Türkiye'de bulunduklarına dair yakalama ve iç çatışma haberleri ulusal ve dünya basınına yansıyor.
Türkiye'de uyuşturucu trafiğine sürüklenen gençlerin trajedisini, onlara ‘abi' gibi görünse de aslında yalnızca çıkar peşinde koşan suç örgütlerinin baskısını ve yoksulluğun gençleri nasıl kolaylıkla avlayabildiğini ortaya koyuyor. Toplumsal farkındalık yaratmaya yönelik bu hikâye, yalnızca bağımlılıkla değil, aynı zamanda suç çarkının içinde yok olan hayatlarla ilgili bencileyin uyarı niteliği olsun istedim.
Bu öykü, sadece bireysel bağımlılığı değil, toplumsal ve ekonomik koşulların bireyleri nasıl karanlık bir çarka ittiği acısında da açık bir durumu işaret ediyor. Arka planda, yozlaşmış sistemin çaresiz insanların lüks tüketime özendirmesi ve ağır işsizlik, yoksullaşama, yurttaşları, özel olarak gençleri kurban haline getirdiğini, Türkiye'nin uluslararası uyuşturucu ticaretinde nasıl bir “aktarma noktası” olduğuna dair manşet haberleri unutmamamız gerekiyor.
Şu da bir gerçek ki, 2024 Türkiye Uyuşturucu Raporu'na yansıyan istatistikler doğruysa (!) bunca polisiye tedbirlere rağmen gerileme olmuyorsa “neden ve farklı ne yapılmalı” diye sormamız gerekiyor!
Bu sorunun cevabının bir örneğini 15 Kasım 2024 Silivri Sanayi Sitesi, Esnaf Odası, Kent konseyi, Şoförler ve Otomobilciler Odası, Küçük Sanayi Siyesi ve Emniyet Genel Müdürlüğünce ortaklaşa düzenlenen seminerin sonuç bildirgesini, izlenecek yol için; “Yakın, Orta, Uzak Vadeli Yerel Eylem Planı” kamuoyuyla paylaşılacak mı bilmiyoruz. Yoksa daha öncekilerin benzeri mi olacak? Şunu da belirtmeliyim atılmış olan bu adım çok kıymetlidir. Emeği geçenlere teşekkür etmeliyiz.
Çünkü bu mücadele, yalnızca bireyleri değil, toplumu koruma ve ülkenin geleceğine sahip çıkma sorumluluğunun bir parçasıdır. Ve aralıksız uzun vadeli bir mücadeleyi gerektirir!

YORUM YAP