Ali Gülcü

Kasaba

Okulların açılması ile birlikte boşalmış, neredeyse tüm dükkânları kapanmış bir sahil kasabasındayım.
Kaçtım!
Köhne bir otelde kalıyorum.
Otelin sahibi, yazıyı okusa, oteline “köhne” dediğimi öğrense, sinirlerinin nasıl zıplayacağını biliyorum. Kendini tutar tutarda dayanamaz; “ köhne otel görmemişsin sen!” der
Gördüm oysa.
Köhne otelleri severim, hele deniz kenarındaysa, hele mevsimlerden sonbaharsa, hele aylardan eylülse…
Dar sokaklar, kulakları küpeli sokak köpekleri, öbek öbek çöp yığınları, yıllara yenik düşmüş, sıvaları dökülmüş, kapıları çürümüş, camlarında satılık veya kiralık yazan, alıcı bekleyen terk edilmiş evler…
Yaşı geçkin hayat kadınlarına benzetiyorum bu evleri!
Kamburu çıkmış, dizleri titreyen anılarından başka kimsesi kalmamış yaşlı bir kasaba burası.
Herkesin bir sırrı vardır denir ya, benim sırrımda deniz kenarı kasabalar, küçücük köyler, balık lokantaları, oteller, sahipleri, çalışanları, gizemleri…
O yüzden yazmıyorum yer ve mekân isimlerini.
Yazı iyiyse herkes üzerine alınıyor, kötüyse kimse oralı olmuyor.
Geçmişte ve bugünde evlerde yaşananları, insanları, günahları, sabahları gülerek denize giren adamların, yalınayak sahilde gezen kadınların ciğerini biliyor.
Geceleri, fısıltıya dönmüş yorgun sesi ile neler anlattığını bir anlatsam!
Böyle kasabalarda en çok görmezden gelmeyi öğreniyor insan.
Yere bakıyor, kafasını çeviriyor, gözlerini kapatıyor, görecek başka bir şey olmamasına rağmen ille de görmüyor!
Mutluluk, plajda benden başka kimsenin olmaması belki de, denize benden başka kimsenin girmemesi, koskoca maviliğin, içindeki midyelerin ve balıkların sahibi gibi hissetmem!
Hüzün, kumsalda unutulmuş bir çocuk terliği…

Akşam çam ağaçlarının altına dökülmüş kozalakları toplar, sahile ateş de yakarım artık.
Bedava değil mi yıldız kayarsa, dilek de tutarım.

YORUM YAP