Bir kavak ağacının altına oturun ve gözlerinizi yumun... Mevsim, "kavak mevsimi" olsun; duyacaksınız, yapraklarıyla onları kemiren tırtılların hışırtısını... Sonra rüzgâr evrenin notalarını taşıyacak, her biri akıl almaz birer çalgı ve ritim olan yapraklara. Coşku, çığlık, armoni, yeşil ve koyu, dallara gövdeye sığmayacak.
Zaman işte o zamandır; açmayın sakın gözlerinizi. Derin yumuşak, duyarak soluklanın. Ve gövdenizi o muhteşem müziğin kaynağına, kavağa dayayın...
Her duruma ve pozisyona ayrı ayrı, ikircikli, kertenkele gibi çabuk ve ani dönüş kurnazlığını, hızını, puşt kişiliğine kamçı zırh edenleri sittir edin, aklınıza bile getirmeyin. Rezil, girift, sosyopat ilişkileri... ödemelerinizi... alacaklarınızı...
Bir sızıntı halinde kaynağına yuvarlayın hemen... Unutmayın; unutulmaz bir tadı, anı, sonsuz ve bitimsiz bir devinim içinde, sen yakaladın "kavak mevsiminde."
Yeşil, duru huzurunu gövdenize yaslayın...
Kuşların ince tiz çırpınışları, yılanların tıslaması, böcek kısmının vıcır vıcır birbirini araması, tosbağanın usul ve emin homurtusu ile; tırtılın bin üyeli yaprak korosunu pembe bir sevinçle yönetmesi... Nasıl ama!
Muhteşem ve muazzez değil mi?
Sezen'in dediği hoşluk, heyecan ve ağırlıkla; ah kavaklar... ah kavaklar...
Ömrü kısadır kavak ağacının, ağaç taallukatı gibi asırlara hükmeden bir ömre sahip değildir. Ama diğer ağaçlar gibi ayakta ölmektir övünçleri; dimdik, ağaç güzelliği, ağaç sessizliği, vakarıyla!
Kavak bilinciyle bilir ayakta ölmenin sonuna kadar gayret, sabır ve mücadele olduğunu. Bilir insan neslinin, ağacın yaşamını, müziğini tanıyıp anlamasa da, ölümünü kutsadığını. Ağır gelir dünyevi varlığına, yansımasına. Ve ağır gelir ölümünün, yaşamından daha çok şey anlattığı için insanoğluna. Bilir kendi varlığının, eşref-i mahlûkatın katında "ayakta ölmek" kadar incitici, aşağılayıcı olduğunu! Ama ağaç doğanın bilincini işler ve tekrarlar; aldırmaz insan soyunun yıkıcılığı ve aymazlığına.
Sabahın erken ışığı ve güneşiyle, yaprağını, kabuğunu, üzerindeki binlerce yolu yıkamak demek güne geceye ve yaşama hazırlanmak demek onun için.
Bana en hazin geleni ise dostlar:
Kavak ağacı diğer ağaçlardan farklı ve kendine has olarak, hep içinden ve özünden yiyerek tüketir kendini.
Zaman zaman sorarım kendi kendime; acaba bu sebeple mi erken ölür kavaklar..?
Ve acaba yaprakları, duygu yüklü notaları, çok sesli söyledikleri için midir, ağrılı ama dümdüz yukarıya doğru yükselmeleri? Yükselip de rüzgârın, yeşil ile mavinin, tutkusunu, türküsünü birbirine ulaştıramaması mıdır O'nu mutsuz eden? Dik, düz, yüksek, hassas olup da, mavi ve yeşilin aşkını ömrüne; uzun uzun, yeşil kahverengi yollarına taşıyamamak mıdır kahırları?
Ya da toprağından aldığı cesaret, güç, aşkla gökyüzündeki "mavi sevgiliye" ulaşamamak mı erken öldürür o'nları acaba!
Ah Kavaklar...Ah Kavaklar..!
Gidin gidin, mutlaka gidin... Kavak mevsimini beklemeyin hatta. Atın kendinizi o narin, derin ve görkemli ağacın altına... Dayayın gövdenizi gövdesine. Kapatın gözlerinizi. Önce toprağın, sonra rüzgârın ve sonra aşkıyla yaşayıp ayakta öldüğü gökyüzünün, mavinin şarkılarını söyleyip, masallarını anlatacak size. Yapraklarındaki pembe tırtıllarla...