Ahmet Yücegök

Kayda Geçmesi İçin


Geçen hafta, Silivri Belediyesi ile DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası arasında toplu iş sözleşmesi imzalandı.
Selimpaşa Ek Hizmet Binasında imzalanan bu sözleşme ile ücretlere belli miktarlarda zam yapıldı. Zam, tatmin edici değil, olmadığını Belediye Başkanı da söyledi.
“Bu defalık böyle olsun. Belediyenin borç batağı içinde olduğunu, şu an var olan ücretleri ödemekte bile zorlandığımızı hepiniz biliyorsunuz. Bundan sonra kaynak yaratıp, yaratılan kaynağı paylaşacağız” dedi.
İmza törenine DİSK Genel Başkanı, Genel İş Sendikası Genel Başkanı da katıldı. Bu haber tüm yerel basında çıktı… İmza töreni, geçmişte sendikal mücadelede birlikte yürüdüğümüz, dostlarımı görüşme imkanı sağladığı için kayda geçeyim istedim.
İyi haftalar…

ANLAMAKTA ZORLANDIM
Oda seçimleri  biteli aylar oldu. Seçim tabiri caizse “kıran kırana” geçti. Üç liste vardı. İpi, Ali Tabakoğlu’nun listesi göğüsledi. Seçim kampanyasını ilk başlatan Necati Özkök ekibiydi. Çıktığı gün esnaf ziyareti yaparken yolda rastlamıştım. Kutlamış hayırlı olsun demiştim. Yanında arkadaşları Ümit Yalçınkaya vardı. Ki, Ümit Yalçınkaya bir dönem onun rakibi idi. Şimdi omuz omuza. Böylesi durumlarda aklıma siyasetin duayeni 9.cu Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel “siyasette küs olmaz, kan davası olmaz” sözü gelir. Yorucu bir işti seçime hazırlanmak. Maddi manevi yorar adamı. Ancak, çok hırslı biri belki bu uzun maratona katlanır. Necati Özkök’de onlardan biri. Girdiği yarışı kazanmak için maddi manevi her şeyini ortaya koyar ve “gaza sonuna kadar basar”. Gerçekten, o uzun maratonu hiç yorulmadan sürdürdü.
Bunlar takdire değer şeyler. Siyasette de öyle…
Etraftan bazıları görünürdeki duruma bakarak veya kendine göre değerlendirerek “bir şey olmasa bu kadar koşturmazlar” diyerek yarışın önemini azaltmak istiyor...
Oysa, çok iyi biliyorum ki, bu işlerle uğraşan çoğu insanın derdi tek başına para değildir. Para ikinci plandadır. Başka bir şeydir. Nasıl ki tiyatro sanatçısı seyircisiz yaşayamaz ise bu da ona benzer. Tanıdığım bir çok insan bu uğurda servetini tüketmiştir. Herkes, şimdi ki Sayın Başbakan ve arkadaşları gibi siyasete girince zengin olmuş değildir. Yakın çevrem de ilk aklıma gelen bir Feyyaz Altınorak, bir Talat Soyaslan, bir Mustafa Kızıltan, bir Altan Uluşahin servetlerini tüketmişlerdir siyaset uğruna. Hayatta olanlardan ve bu gün hayatta olmayan, isimlerini buraya sığdıramadığım daha bir çok insanda öyle…
Ama, dediğim gibi… Herkesin harcı değil…
Eskileri açınca aklıma geldi…
Hiç unutmam, siyasetin çok hızlı yapıldığı tozlu, dumanlı yıllar olan 1970 ve 1980’li yıllarda Feyyaz Altınorak siyaset uğruna inanılmaz paralar harcadı. Parası olmadığı zamanlarda, bankadan borç aldı partili köylüsüne yardım etti. Oğlunun veya kızının düğünleri için eşyalarına kefil oldu. Çoğu ödemedi, ödeyemedi o ödedi. Köy takımlarına forma aldı. Top aldı. Kulüp lokaline televizyon aldı. Tarla da iş zamanı ise, o gün işe gitmesin oyunu mutlaka kullansın diye, köylerde görevli tuttu. Velhasıl, neredeyse partisinin tüm masraflarını  cebinden karşılıyordu. Ve, o dönemde tehlikeleri çoktu. Sokakta kaza kurşununa “kurban gitmek” sıradan hale gelmişti. Ve, herkesin bildiği gibi 1980 Yılı 12 Eylül sabahı topladılar çoğunu. Feyyaz Altınorak, tutuklamayı gerektirecek resmi bir görevde olmadığı için dışarıda kaldı. Süleyman Demirel’i ziyarete gidenlerdendi…
Evet, bu insanların, kimine beş yıl, kimine on yıl siyaset yasağı koydular. Onlar bu defa, yasakların kalkması içinde siyaset yaptılar. Nihayet, “Siyaset yapmaları” referanduma sunuldu. Hem de kim sundu, Cunta, yerine gelen Sivil İktidar yani ANAP… Referandumu kazandılar ve siyaset yapmaya devam ettiler… Sonra, tekrar kimi Bakan, kimi Başbakan, hatta kimi Cumhurbaşkanı oldu…
Nerden, nereye… Vay be…
Neyse…
Necati Özkök’le başladım. Onunla bitireyim…
Neden onun adı?...
Yerel Gazetenin biri onun ağzından “oy verdiğime pişman oldum” başlığı ile bir haber yapmış. Oradan aklıma geldi…
Efendim, işyerinin yakınında bulunan bir yerde yollar çok bozukmuş ve epeydir öyleymiş. Yapılmamış. Ondan dolayı o sözleri etmiş. Yani,Silivri Belediyesini suçlamış. Dolayısıyla partisini …
Belli, Necati Özkök çok öfkeli... O kadar öfkeli ki…
Adeta gözü dönmüş.
Oysa, düşünde, Belediye Başkanı ile ayni partiye mensubiyeti bir yana akraba bile olabilirler. Ayni mahallede ömürleri geçmiş. Ayni sokağı paylaşmışlar. Ayni Çeşmeden su içmişler. Ayni şarkılarla, türkülerle beslenmişler. Düğünlerde ayni oyunu oynamışlardır v.s…
İyi de… Bir birlerini bu kadar iyi tanıyorlarsa, bu kadar yakınsalar, niye bir araya gelip konuşmazlar da basın aracılı ile konuşurlar?.
Necati Özkök, Başkanın Makamına çıkıp, bizzat kendisine bunları söyleyemez mi?.
Benim bildiğim Necati Özkök “aracıya gerek duymaz” söyler.
Gayet tabi ki, Necati Özkökde bir zamanlar başkanlık yaptı usul erkan bilir. Başkanın çayını içmek için makamına çıkabilir, bir araya gelebilirler…
Ama ne oldu?
Neler oldu?
Neden öyle bir demece ihtiyaç duydu?
İnanın anlamış değilim

KÜLTÜR EVİ ACİL İHTİYAÇ
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Balkan Koleji ana sınıfı öğrencilerinin gösterisine gittim. Torun ister de gitmemek olur mu?.
Dümdüz bir alanın önü açık bırakılmış, yanları ve etrafına sandalyeler dizilmiş. Açık bırakılan alanda çocuklar oyunlarını sunacaklar. Okul yönetimi KİPA yönetimi ile öyle anlaşmış belli. Lakin, sandalyeler arasında yükseklik farkı olmadığı için çocukların oyunlarını sergiledikleri alanın etrafında oturan ilk sıralar oyucuları iyi görebiliyor. Seslendirme zaten berbat. Ön sıralardan sonra gelen, arka sıraların tamamı hiçbir şey göremiyor. Oysa, çocukların anne, babaları ve benim gibi dedeleri onları seyretmek için gelmiş. Görmek istiyor. Fotoğrafını çekmek istiyor. Eh, herkes ayağa kalkınca, kimse göremez oluyor. Sandalyeler yetersiz. Gürültü, patırtı gırla. Sandalyeleri önceden tutanlarla, sonradan gelenlerin yer, yer tartışmalarına şahit oldum. Minikler ne yapsa, yalnız yakınlarına değil, seyredenlere de güzel geliyor. Öğretmenleri ile veliler de yer, yer tartıştığına da şahit oldum, çocuğunun hareketlerini rahatlıkla izleyemediği için. Tartışmalar kırıcı değil. Yapıcıydı. Öneriler vardı “gösteriler herhangi bir cep sinemasında yapılabilirdi. Veya, bir okulun toplantı salonunda” gibi… Özetle seyredenlerin eleştirilerinin esası, geçen yıl ayni sıkıntıyı çekmişler, bu yıl ayni şekilde olması, ayni yerde yapılması…
Haksız da sayılmazlar.

ÖZEL OLİMPİYATLAR
VE, 23 NİSAN
Silivri Kaymakamlığı ve Silivri Belediyesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen Uluslar arası olimpiyatlar 2010 Avrupa Gençler Karma Futbol Turnuvası sonuçlandı. Ayni günlerde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı da vardı. İkisi de bir birinin içine girdi… Özel Olimpiyatların Silivri’de yapılmış olması Silivri’nin tanıtımı için büyük avantaj…
Evet, Silivri’nin her gün televizyonlarda adı geçiyor. Ama, Ergenekon ve Hapishane adıyla beraber… Yani, gelmemesi daha hayırlı.
Ama, hapishane adını silmemiz mümkün değil artık. Anlaşıldı.
Ne var ki, bu ve buna benzer daha başka etkinliklerimizle o adı daha az gündeme gelmesini sağlayabiliriz…

CEVABI BELLİ SORU
“Evrensel yazınsal ölçülere göre sadece “şiir, roman, öykü ve deneme” yazana “yazar” denir. Gazetelerde yazı yazanlara, süne mücadelesi konusunda kitap yazan ziraatçıya yazar denmez. Başbakan’ın davet ettikleri arasında kaç kişi bu ölçüye uyuyor”
(Özdemir İnce/Hürriyet /23/04/2010)

GELDE İNAN
“Silivri bir yılda yirmi yıl kaybetti.”/ Metin Karakaş/AKP Silivri İlçe Başkanı

İSTER İNAN / İSTER İNANMA
“Osmanlı’da Padişahın kardeşlerini boğdurması yasaya dayanırdı. Yani yasaldı.
Fatih Kanunnamesi der ki: “Herkimseneye evladımdan saltanat müyesse ola (nasip ola ) karındaşların (kardeşlerin) nizam-ı alem (dünya düzeni ) için katletmek vaciptir.é
(20/04/2010- Cumhuriyet /İlhan Selçuk köşesi.)

GÜNE UYAN
“Bütün toptancı yargılar çürük ve tehlikelidir.”
(Montaigne )
 
KISA-KISA…
•Bu gün Cezaevlerinde yatan 116.000 Kişi varmış. Bunun %52’si tutukluymuş.Yani, henüz ceza almamış.
 

YORUM YAP