Son müşteri de kalktıktan sonra ışıkları kapatıp kestane ağacının altındaki masaya oturuyorum. Sessiz, sessizlik korkutur adamı. Olmayan sağ bacağım kaşınmaya başlıyor yine.
İbrahim'e sesleniyorum
“Aç be kardeşim radyoyu, ses olsun!”
Cevap yerine önce bir cızırtı ardından Ferdi Özbeğen'in sesi geliyor ağacın dalları arasına sakladığımız hoparlörden “dikensiz gül olmazmış.”
Kimin şarkısıydı Menekşelendi Sular?
Rakı kadehini önce masaya sonra su bardağına vurur, kendi kendine “yarasın” der, içer, elinin tersiyle ağzını silerdi.
Gülerdi.
“Hayat be!”
Kimdi?
Şarkılar kalıyor da insanlar unutuluyor işte. Yaşlanmaya başladım diye geçiriyorum içimden, kafamın içi biriktirdiğim tüm insanları sakladığım uçsuz bucaksız samanlık gibi. Yakayım diyorum bu samanlığı, fakat ne zaman?
İbrahim kuruyor masayı.
“Biz gidelim mi ağabey?”
Saate bakıyorum, ikiyi geçmiş.
Gidin evdekiler beklemesin.
Kasabaya kavuşan patikayı tutuyorlar, yorgunlar.
Bazı geceler konuşur bu kestane ağacı, bazı ağlar, bazen de ben ağlarım.
Foça gelir aklıma.
Çakı gibi delikanlılardık hepimiz.
“Bir kar yağar ince ince…”
Yolum İzmir'e düştüğünde giderim Foça'ya nizamiyeye yakın bir kafeterya var, orada oturur çay içerim. Eski günlerdeki gibi. Başka çakı gibi çocuklar koşarak geçer yanımdan.
Geceyi mi, düşünmeyi mi seviyorum?
Gecenin getirdiklerini mi? Düşününce bulabildiklerimi mi?
Ateş böcekleri çıkıyor ortaya.
Kestane ağacı fısıldıyor.
“Her askerin kendi mayını vardır.”
Bu cümleyi ilk duyduğun zaman önemsemezsin, anlamı da pek bir şey ifade etmez.
Anlam ne demek sonra?
Avucumuza aldığımız kum taneleri gibi akıyor hayat. Zaman, akıyor mu, duruyor mu? Ben miyim buradan oturan? Kaç yaşımdayım?
Ruhum kaç yaşında?
Anımsayamadığım hangi yaşamımda ne günah işledim ki, bu yaşamda bedelini ödüyorum?
Neden ben?
Yarın sabah uyandığımda çocuk olsam ya!
Kaç hayatta çocuk oldum?
Kaç hayatta öldüm?
Bir horoz ötüyor uzakta, gözlerimi açıyorum, ranzanın üst katında yatıyorum.
“Koğuş kalk” demek yasak.
“Arkadaşlar günaydın” denecek.
Görev var bugün! Üç günlük kumanya alınacak, sıcak ekmek.
Bir koşu hamama gidip soğuk su ile yıkanıyor, abdest alıyorum. Yeni iç çamaşırlarımı giyiyorum.
Şehit olursak, kirli, pasaklı görmesinler bizi.
Dünyanın son günü olabilir bugün.
İlk günü de.
Tevekkül!
Kurbanlar kesiyorlar, mehter marşları çalınıyor biz giderken.
“Gafil ne bilir!”
“ Eşeksemek” derdik, cahilce! Sırtında kırk elli kiloluk bir sırt çantası vardır. Yürümeye başlarsın, terleyene kadar evren senin omuzlarında zannedersin. Sonra ilahi bir güç gelir sen farkında olmadan alıverir sırt çantanı.
Yürürsün, dar patikalardan, dağlardan, vadilerden.
Tırmanırsın, nefesin kesilir, zirveye çıktığında bir zirve daha görünür, tam bitti derken bir tane daha…
Tamam dersin buraya kadar.
Güler kestane ağacı.
“Komando bittiği yerde başlar!”
Kaç defa bittim?
Kaç defa başladım?
Adını hatırlamadığım, tüfeği ıslanmasın diye pançosunu tüfeğine saran adamlar tanıdım!
İki bin bilmem kaç metre rakımdasınız, karla karışık yağmur, sis bir taraftan, parmaklarınız odun gibi olmuş, sigara içemiyorsunuz.
Tüfek namus!
“Bir kar yağar ince ince…”
Olmadık zamanlarda olmadık sorular sorar, olmadık hikayeler anlatır insanoğlu.
“Nişanlım uyudu mu acaba?”
“Bira içelim, yanına patates de yaptırırız”
“Fenerbahçe şampiyon olur bu sene, dediydi dersin!”
“Dönünce açılacağım kıza, olur derse, isteriz.”
Kimi döndüğünde açılacağı kızı bulamaz.
Kimi dönemez
Kimi eksik döner. Kimi fazla!
Kalmak da bir an.
Dönmek de.
Kabuslar görürdüm eskiden, gözün gözü görmediği, zifiri bir karanlıkta yürüyorum. Her adım bilinmezlik, her adım soru işareti. Düşmeye başlar sonra da uyanırdım.
Neden bu rüyayı görüyorum diye düşünmez, başka bir gerçekliğe uyanınca unuturdum.
Unutmaktan güzel ne var?
Keyfim yerindeyse ağzım güzel laf yapar, çeke çeke anlatırım.
Hayalim balık lokantası açmaktı. Tepede olacak, deniz görecek, mavi olacak masa, sandalye. Sabah erkenden kalkıyor balığa çıkıyorum, mavi de bir teknem var
Ne istediysem oldu.
İnsanın her istediği olur!
Kimi fark eder, kimi fark etmez.
İçimde kötü bir his vardı o gece.
Dört tim çıktık göreve üçüncü tim biziz. Taşlık dar bir patikadan yürüyoruz… Yağmur yağıyor, toprak ve sarımsak kokuyor, önümü zor görüyorum.
Bir an eskiden gördüğüm kabuslar geliyor akıma.
Kestane ağacı fısıldıyor.
“Her askerin kendi mayını vardır.”
Ben, benimkini buluyorum…
Tevekkül!
Kimin şarkısıydı Menekşelendi Sular?
Rakı kadehini önce masaya sonra su bardağına vurur, kendi kendine “yarasın” der, içer, elinin tersiyle ağzını silerdi.
Gülerdi.
“Hayat be!”
Kimdi?
Güzel adamların aziz hatırasına saygıyla…