Ali Gülcü

Kimlikler

Lisedeydim, Cuma günleri son iki saat fizik. Daha çok baktığı güvercinleri anlatan bir öğretmenimiz var. Sınıfta bulunan öğrenci sayısı ile pek ilgilenmediği için kaçardım.
En kısa yoldan cuma pazarında alıyorum soluğu. Rumen'ler geliyor beraberlerinde taşıdıkları öteberiyi satmaya çalışıyor. Aynı pazarda dedem de tezgâh açar, dar bir sokakta ıspanak satardı.
Ispanak deyince de anneannemin soğuktan kıpkırmızı olmuş elleri gelir aklıma!
Ne çok emek ne çok köylü kadının umudu vardır ıspanakta.
“Ispanakları satalım hele…”
Converse benzeri Çin kesi denen ayakkabılara, fotoğraf makinelerine, saatlere bakıyorum daha çok, ezbere bildiğim fiyatlarını soruyorum.
Kadının biri parasını düşürmüş, geçmiş zaman elli lira mıydı, yüz lira mı? Gözünün yaşı ile ağlıyor. Kolonya döküyorlar, teselli etmeye çalışıyorlar.
Hiç tanımadığım yaşlı bir adam cebinden çıkardığı parayı avucuma tutuşturuyor.
“Git kadına ver.” Diyor. “Buldum de!”
Bugün bile bazı insanların yaşadığımız dünyaya ait olmadıklarını düşünürüm. Uzay gemileri arıza yapmış, parça gelene kadar içimizde yaşamaya mecbur kalmış, kazazedeler, misafirler, ziyaretçiler.
Başkalarının acılarını yüreklerinin en derininde hissedenler.
Dinlerken gözleri dolanlar, cümlenin sonunu “olsun be kardeşim” diye bitirenler.
Yaptığı iyilik bilinmesin isteyenler, haklıyken karşısındakinin kalbi kırılmasın diye susanlar, gerekirse alttan alanlar.
Bir yalana inanmış görünenler.
Mecbur kalırlarsa bir yalanı yaşayanlar.
Çocukça sorular soranlar, kaç yaşlarına gelirlerse gelsinler gördüklerine şaşıranlar. Küçücük şeylerle mutlu olanlar.
Dünyada ilk cinayeti kimin işlediği bilinir.
İlk iyiliği kimin yaptığı bilinmez!
Bazen de kimi evler ve bahçeler için de aynını düşünürüm.
Onca sıradanlığın arasında göze batarlar hemen. Yaşayanlarını görmezsin bilmezsin fakat anlamlandıramadığın bir şekilde enerjileri başkadır.
Farkında olmadan, kapısında, önünde, yakınında buluverirsin kendini.
En güzel rüyanın ta kendisi gibi.
Evin duvarlarına, çiçeklere, süs havuzundaki suya karışmışsın gibi.
Tee yıllar önce, başka bir hayatta bahçedeki ağaçları kendi ellerinle dikmişsin gibi…
Zihnimizde kabaran dalgalardan korunmaya çalıştığımız koy.
Karlı ve çok soğuk bir havada üzerimize çektiğimiz yorgan.
Perdeyi aralayınca güneşin doğmadığını görmek.
Ucundan, köşesinden koparıp yediğimiz dumanı tüten ekmek.
Sıcak bir günde soyunup denize atlamak, derinlerde kaybettiğini bulmak.
İçimize dokunan melodi.
İsmini, yüzünü hatırlamadığımız fakat var olduğunu bildiğimiz birine ait koku.
Sahilde olta atmış balık beklerken, bu uçsuz bucaksızmış gibi görünen maviliğe bakan adam ben miyim diye sorduğum oluyor kendime.
Bensem hangi benim?
Korkmayı, endişelenmeyi başkalarından öğrenebilirsiniz.
Hata yaptığınız zaman öğüt veren de çok olur.
Hayattan keyif almayı öğreten olmaz!
Ya bilmezler ya onlara da gösteren olmamıştır.
Şansınız varsa kendi kendinize öğrenirsiniz.
Alamayacağımı bildiğim Zenit marka fotoğraf makinesine sıkı pazarlık yapıyorum.
“Çavuşesku kaput” diyorum uzun boylu, bıyıklı, bir dişi altın kadına, gülüyor.
Fizikçi güvercinlerine, mahallesine dönüyor ders bitiminde ve bir gece aklıma düşüyor.
Sözlüye kaldırıyor en liseli halimi.
Gelen akımların toplamı, giden akımların toplamına eşittir diyorum.
O zaman da öyleydi şimdi de öyle...

YORUM YAP