BAKİ ÇİFTÇİ

“Kırılma Noktası”

Sabahın erken saatleriydi. Kışın soğuk rüzgarı, Ankara sokaklarını sararken, Ceren sendika binasına doğru adımlarını hızlandırdı. Eline aldığı ince dosyada sendikanın gelecek haftaki yönetim kurulu için hazırladığı notlar vardı. Kendi içini kemiren soru, notlarının köşelerinde adeta yankılanıyordu: “Bu kez gerçekten neyi değiştirebiliriz?”
Ceren, eğitimci bir aileden geliyordu. Annesi ve babası da hayatlarını çocukların eğitimine adamış, laiklik ve bilimsel eğitimin önemini hep vurgulamışlardı. Ceren de bu değerlerle büyümüş, öğretmen olduktan sonra da bu inançla, iktidara yakın sarı sendikalar yerine demokratik sol bir eğitim sendikasına üye olmuştu. Ancak son yıllarda bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyordu. Sendikanın yöneticileri, eğitim sistemindeki dinselleşme tehdidine karşı gerekli direnişi gösteremiyor, sürekli anamuhalefet partisi üzerinden merkeze yakın duruyor, sanki büyük bir fırtına yaklaşırken kasırgayı bekliyormuş gibi sessiz kalıyordu.
Sendika binasına vardığında içeride hummalı bir çalışma vardı. Çeşitli afişler hazırlanıyor, toplantı odasında bir grup yönetici, ertesi günkü “Öğretmenler Günü” etkinliğinin detaylarını tartışıyorlardi. Oysa Ceren, bu kutlamaların kendini tekrarlayan ve iktidarın gözünde “zararsız” bir hale gelen törenler olduğunu düşünüyordu. Bir yanda eğitimin dinselleştirilmesi hız kazanırken, sarı sendikaların tutumunu anladık da, sol bir eğitim sendikası olarak durduğunuz yer bu mu olmalıydı?
Masaların yanında duran Efe'yi gördü. Efe, sendikanın genç üyelerinden biriydi, enerjisiyle herkesin dikkatini çeken birisiydi. Efe, Ceren'in düşüncelerine çok yakın bir noktada duruyordu. O da bu merkeze yakın durma siyasetinden rahatsızdı.
“Hazırlıklar tamam mı?” diye sordu Ceren, hafif bir tebessümle.
Efe derin bir iç çekti, "Yarın belediyenin lüks restoranında bir kutlama yapacağız. Ancak mücadelenin neresinde olduğumuzu hatırlatacak kimse kalmadı gibi... Bu tür etkinliklerin artık bir anlamı yok.”
Ceren, içinden geçenleri doğrulayan bu sözleri duyunca, bir an için ne yapmaları gerektiğini düşündü. O andan itibaren kafasındaki soru netleşti: Mücadeleye yeniden nasıl hayat verebilirlerdi?
“Yarın farklı bir şey yapmalıyız" dedi Ceren kararlılıkla. "Sadece bir yemek ve protokol konuşmalarından ibaret bir gün olmamalı. Öğretmenler Günü'nde gerçek bir öğretmen direnişi sergilemeliyiz.”
Efe, Ceren'in gözlerindeki parıltıyı görünce heyecanlandı. “Peki, nasıl?” diye sordu.
Ceren biraz düşünerek, "Tabanı harekete geçirmeliyiz" dedi. "Uzun zamandır merkeze yakın durmakla kaybettik. Tabandan gelen ses, yönetimin sesini bastırmalı. Artık beklemek yerine harekete geçmeliyiz."
İkisi, sendikanın üyelerine haber vermek için hızla çalışmaya başladılar. Telefonlar edildi, mesajlar yazıldı. Herkesin haberi olmalıydı. Ertesi günkü toplantıya sadece yemek ve konuşmalar için değil, gerçek bir tartışma ve direniş planı oluşturmak için toplanacaklardı.
O akşam, sendika binasında Ceren ve Efe, genç ve enerjik bir grup sendika üyesiyle birlikte strateji belirlemeye başladılar. Amaçları sadece merkezdeki yönetimin oportünist tavrını ifşa etmek değildi, aynı zamanda eğitimde kökten dinci tehditlerle mücadelede tabandan bir hareket başlatmaktı. Üyeleri bilinçlendirmek, yönetimi yeniden yapılandırmak, velileri harekete geçirmek ve tüm demokrasi güçlerinden dayanışma örgütlemek, kardeş sendikalarla ortaklaşarak toplumun dikkatini gerici müfredatın yıkıcı sonuçlarını engelemeye çekmek gibi uzun vadeli bir mücadele stratejisi oluşturmak istiyorlardı.
Ertesi sabah, belediye protokollu öğretmenler alışılmışın dışında bir kalabalıkla toplandı. Yemek masaları hazırlanmış, belediyenin yetkilileri ve diğer misafirler yerlerini almıştı. Açılış konuşmalarından en son belediye başkanı " ..sizler yarınlarımız olan çocuklarımızı yetiştirenler.. mailinde standart bir konuşmadan sonra Ceren ve Efe, yüzlerce öğretmenin önüne çıkıp kürsüye geçtiğinde, ortamda bir sessizlik hakim oldu.
Ceren, mikrofonu eline alıp konuşmaya başladı. “Değerli arkadaşlar” dedi, sesi kararlı ve gür çıkıyordu. “Bugün burada sadece öğretmenliğin kutsallığını konuşmak için toplanmadık. Bugün, eğitimin geleceği için bir şeyler yapmaya başlamak zorundayız. Mücadelemiz sadece lafta kalamaz. Eğitim, bilimsellikten uzaklaşıyor, dinsel baskılar her geçen gün artıyor. Biz ise sadece izleyici kalıp, yiyip içiyoruz.”
Kalabalıktan birkaç alkış yükseldi, ardından Efe sözü aldı. “Uzlaşmacı bir tutumla hiçbir şey kazanamayız. Burada, bu salonda, hep birlikte ayağa kalkmalı ve eğitimde laiklik ve bilimselliğin yanında durmalıyız. Sadece bugünü değil, geleceğimizi korumalıyız.”
Salonun içindeki hava değişmişti. İnsanlar, uzun zamandır ihtiyaç duydukları o kararlılığı ve mücadele ruhunu hissediyorlardı. Efe'nin konuşması bittiğinde, salondaki herkes ayağa kalktı ve bir alkış tufanı koptu. Yönetim masasındaki yüzlerse bu hareketin büyüklüğünü fark etmişti.
O gün, sendikanın gidişatını değiştirecek önemli bir kırılma yaşandı. Ceren ve Efe, sadece bir eylem yapmamış, sendikanın ruhunu yeniden canlandırmıştı. Oportünizmin yarattığı pasifliği, tabandan gelen cesur bir hareketle sarsmışlardı. Ve bu, yalnızca sendika için değil, eğitim mücadelesi için de yeni bir başlangıçtı.
Ceren eve dönerken, yüzünde bir gülümsemeyle derin bir nefes aldı. Gelecek belirsizdi, ama artık yalnızca izleyici değillerdi. Mücadele başlıyordu, gerçek mücadele.
Sonuç: Ceren ve Efe'nin öyküsü, sol sendikaların iç zayıflıklarını aşmak ve tabandan gelen gücün önemini vurgulamak için kurgulanmış bir hikayedir. Oportünist bir tutumun, sol bir eğitim sendikasının nasıl pasifleştirdiğini ve buna karşı tabandan gelen kararlı bir hareketin nasıl bir kırılma noktası yaratabileceğini gözler önüne seriyor. Çok mu idealist? Olmaz mı yani?

YORUM YAP