Ali Gülcü

Kızarmış ekmek iki de levrek

Bitiş çizgisini geçtikten sonra son bir gayretle kendini yere atmış, soluk soluğa nefesini düzeltmeye çalışan sporcuları andırıyordu tekneler.

İrili ufaklı, rengarenk.

Yazı bekliyorlardı, sahiplerini, güneşli günleri, en çok çocukları belki de?

Akşamüstlerini, gün doğumlarını, salkım salkım istavritleri, yıldızlı gecelerde yapılan sohbetleri. İnsanların kendi kendine konuşmalarını, nasıl olsa kimse duyamaz diyerek patlattıkları türküleri, iç geçirmelerini, motorun gücüyle maviliği köpük köpük bölmelerini.

İnsanlar gidiyordu kış aylarında, okulların açılması diye bir şey vardı.

Okullar açılınca insanların aklına sorumlulukları geliyordu.

Yaz geçince hayal kurmak da bitiyordu. Gerçekler başlıyordu, karanlıkta kalkılan sabahlar, ayak üstü kahvaltılar, soğuk duraklar, tıkış tıkış servisler, toplu taşıma araçları. Tüm çekilenler, karanlık kış geceleri, kurulan saatler, gecenin kör vakitleri acaba sabah mı oldu diye uyanmalar… İki saat daha varmış memnuniyeti, yorganın altına tekrar saklanış, eller bacakların arasında büzülüş, soğuk ev, soğuk gün, soğuk hafta, soğuk aylar.

Öğle molalarında kapıların önünde soluklanış, ellerde çay bardakları, kahve fincanları.

Çalınmasın diye motoru sökülmüş sırt üstü yatan bu renkli teknelerden farkımız yok!

Her gün bir yarış.

Her gün bir tükeniş.

Her ev bir liman yerinde.

Sırt üstü yatmış televizyon izlerken izlerken öyle içi geçmesin de ne yapsın insanlar?

Atletle balkonda düşünen adam, bulaşıkları yıkadıktan sonra ellerini önlüğüne silen kadın, fal baktıran genç kız, her falda yol gören, kısmet gören falcı, hayata tutunmaya çalışan delikanlı.

Sığınmak, kaçmak…İşte o yüzden kısmetler, yollar çıkıyor kahve fincanlarında. Yıldızlar kayarken, doğum günlerinde mumlar üflenirken dilekler tutuluyor.

Tutmayacağı bile bile.

Kibirli mi, çaresiz mi insanlar?

Akıllı mı, kurnaz mı?

Eli ayağı tutmayan ruhların, güçlü gördükleri birilerinin gölgesine sığınmaları normal değil mi?

Zayıflıktır söylenen her yalana inanışın nedeni!

Çaresizdir her vaadin peşinden giden, kendi de bilir, kendine bile dillendiremez işte.

Kış aylarının çaresizliğini, yalnızlığını, uzunluğunu teknelerin bildiği gibi herkesin sadece kendi bildiği bir derdi vardır.

Dertsiz insan olur mu?

Kimi yedi düvele anlatır ballandıra ballandıra.

Kimi yanar içine ata ata.

Anlatmak mı lazım, yanmak mı lazım meselesi tartışılır durur.

 

Güzel şeyler olmaz mı hiç?

Olur elbet, hiç ummadığınız anda.

Çam ağaçları ile kaplı bir tepeye kurmuşsunuzdur çadırı. Yalnızsınızdır.

Sabah olur, kızarmış ekmek kokusu gelir burnunuza.

Çocuk sesleri, bir annenin ninnisi. Çadırın fermuarını açar gelen gidenle, olan bitenle ilgilenmeden denize girersiniz. Azıcık da bozulursunuz yeni komşularınıza, azıcık da kıskanırsınız yeni komşularınızın neşesini. Duşunuzu alır hiç o tarafa bakmadan tekrar girerseniz çadırın zardan duvarlarının arasına.

Bir ses gelir dışarıdan

“Ağbi…Ağbiii”

Üzerinize alınmazsınız önce, kırılgan, çekingen mırıltı halinde olan ses cesaretlenir “ağbi…Ağbii” anlarsınız ki size sesleniyorlar. Fermuarı açarsınız, utangaç bacak kadar bir kız çocuğu duruyordur karşınızda. Bir tepsi vardır elinde. Üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek, ince belli de dumanı tüten sıcacık çay.

Kız çocuğu elinize tutuşturur tepsiyi.

“Babam gönderdi, ağabeyine götür kokmuştur” dedi!

 

Sabah atmışsınızdır oltaları, koskoca yirmi dört saat geçirmişsinizdir sahilde. Uykusuzluk bir taraftan, moral bozukluğu yanına. Bir tek balık gelmez mi? Bir tek vuruş olmaz mı?

Önce nokta gibi sonra büyüyerek bir kayık yaklaşır, oltaları, takımları topluyorsunuzdur. Yaşlı kır bıyıklı kır saçlı bir adam seslenir.

“Hemşerim balık var mı?”

Olmadığını biliyor da inadına soruyor diye düşünürsünüz, sinirlenirsiniz.

“Yok!”

“Hiç mi yok?”

Elli tane cevap geçer içinizden, elli kere söversiniz içinizden.

“Vuruş yok ağbi!”

“Dünden beri burada değil misin sen?”

Görmüş demek.

“Buradayım!”

Yanındaki arkadaşı ile bir şeyler konuşur kır bıyıklı kır saçlı adam, yarı beline kadar suya girer, yanınıza gelir. İki tane kiloluk levreği kovaya atar.

“Eve boş dönmek olmaz şimdi!”

Cevap vermenizi beklemeden döner gider. Motor sesi uzaklaşır,uzaklaşır…

YORUM YAP