Malum bahar mayhoşluğu etkisiyle, Orhan Veli'nin ‘Beni Bu Havalar Hasta Etti' dediği aya az bir zaman kala ‘Silivri'de İlkbahar' macerası için yola koyuluyoruz.
Erik ve badem ağaçları kadraj içine alınıyor, bir müsait zamanda deniz kenarındaki sahil çay bahçelerinde bakıyoruz Çetin Özer'in İstanbul fotoğraflarına.
Epeydir Kültür Koleji Mezunlarının neler yaptıkları hep merak ettiğim bir konuydu, inanın.
Bu konuyu ve bu renkli fotoları bir yana bırakıp, “Grinin Elli Tonu” diyebileceğimiz Silivri sokaklarına dalıyoruz.
‘Ne olacak bu Silivri'nin hali?' demişiz. Gazete almak için girdiğimiz Bakkal Bayram 1938'den beri kaliteli ekmek üreten Balkan göçmenlerine işaret ediyor, Silivri'nin meşhur Un Fabrikasına demir çelik işleri yapan ağabeyin deniz kenarına yaptığı köprüye getiriyor konuyu.
(Ne zaman önünden geçecek olsam, iki yılda Boğaz Köprüsü bitiren Japonları anımsarım.)
Ona göre Silivri ve sorunları için fırıncı ya da kırtasiyeci esnafı dinlemeliymişim. Bu işleri en iyi berberler bilir…
Berber Hasan yerel gazete ile başlıyor, bir tıraş yapımız zamanda Terzi Kerim'le yarışıyor inanın. Söylediği şeyler doğruysa eğer Silivri yerel gazetesi hiçbir menfaat gözetmeden yalnızca doğruları yazmakla nam yapmış buralarda.
‘Ordu'nun Dereleri' türküsü düşüyor zihnime. Dereler yukarı doğru akacak olsa, belediyeciler ne rahat edecek bilseniz...