Kadim kuraldır; “İnsan sevdikleriyle sınanır.”
İster yaya, ister vasıtayla. Yolcuyuz sabahtan akşama hepimiz şu yaşamda. Seyyareyiz cemi-i cümlemiz hayatımız boyunca. Hepimiz! Lakin, vardır dikiz aynasıyla kendimiz arasında her zaman kontrolsüz ve hesapsız kör bir nokta. Baktığımız onca genişliğin dışında kalmış küçücük bir ayrıntı böyle. Ayırdında olunamayan ayrıntı! Görünmez kaza dediklerimizden işte. Biz ki, iyimserlik adını verelim ona şu menzilimizi tamam eylemeye azmettiğimiz hayat yolunda. İyimserliğin efradı “iyi niyet” le yürümek bilmezsiniz ne şereftir insan için hayat yolunda…
Şüphe duymam ki “iyi niyet muazzam bir güçtür.” Ancak nokta kadar da olsa kazaya sebebiyet verebilecek bir müşküldür. Neylersin başa gelen çekilecek, çekilecek başa gelen. Yenik düşen bütün haklılığımızı zamanla yine iyi niyet iyileştirecek. Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğüdünce, “Elin açık, gönlün açık, sofran açık olsun. Ayıpları ört, sırları tut, öfkeni yut” ey fani. Söylemedik mi, “iyi niyet muazzam bir güçtür” diye. Dedik! Yaslanacak başka neyimiz var bizim şu kahhar hayatta. Dayanacak, direnecek ve güvenecek.
Kazadır başımıza gelen. Bari gelirse mala gelsin, cana gelmesin dedik. Bugün cana geldi.! Bugün ömrümde hiç olmadığı kadar yaralandım. İtiraf ediyorum göremedim başıma gelecek kazayı… Göremedim kendi yönümde giderken canım kadar sevdiklerimin canımı yakacağını!
Her kalp aynı etten, aynı kastan ve aynı kan dolu odalardan müteşekkil değildir a. Benzemez hepsi birbirine. Kimi iki oda bir sofa, bazısı geniş, ferah feza, bir başkası vefasızlıktan olmuş kapkara… Bir kısmı da körelir kibir ve hırstan, körelir zamanla.
Benim gibi iflâh olmaz iyimserlerin göremediği o nesne işte böyle bir kararmış kalptir. Karanlığına hapsolmuş, kendi karanlığının içinde kaybolmuş bir kalp. De ki toprağa gizlenmiş serseri mayın! Hiçbir aynanın sırrında göremezsin gecenin rahmine düşüp simsiyah döllenmiş o karanlık kalbi. Çarptığı anda parça tesirli bir bomba gibi kendine de sana da yakıcı acılar verebilen bir kaybolmuşluğa hangi mürşit rehber olsun. Uçurumun kenarında gözleri bağlı dolaşan bir garip sarhoşluktur bre! Bu tuhaf başıboşluk tehlikeden mümkünü yok uzak dursun!
Şimdi, nasıl kızacaksın yıldızsız bir gecenin içinde kaybolmuş böyle garip yüreğe. Hem kızsan neye yarayacak, kızmasan neye?
Ama kırılıyorsun, bir bütünün içinden geçen çatlak gibi dımdızlak ortada kalıyorsun. İki parçanın sebebi, iki parçanın kederi gibi…
Saklayacak değilsiniz ya, sevdiğinizdir bir de çok emek verdiğiniz. “Eline iğne batsa, kalbinize kılıç saplanmış” gibi üzüldüğünüz. Kibrine, karanlığına, kaybolmuşluğuna kahrolduğunuz hem de. Ona verdiğiniz zamanın, emeğin ve yoldaşlığın boşa gittiğini gördüğünüz ve kahrolduğunuz ve kahrolduğunuz. İnsanı bundan daha fazla üzen bir şey olamaz şu hayatta, bugün inandım.
Bak nasıl iyi betimlemiş Hossain Jannati:
“Tek bir çakıl taşla
Çamur olduysa gönlün, zihnin
Müşkülün taşlar değil
Sen derya değilsin
Önde Nil
Arkanda Firavun ordusu
Benzemez lâkin hikâye
Sen Musa değilsin.”
Ve kahrolarak kani oldum bugün, “şu hayatta en fena şey, sevdiğiniz bir insan tarafından eziyete uğramakmış!” Müslüm Babanın dediğince, “galiba bizi bu dost yaraları öldürecek” …