Meyveleri, sebzeleri tarttım. Ayaklarımı sürüye sürüye telden bir alışveriş arabasını sürüklüyorum. Yorgunum bir taraftan, eve gitsem de balkona atsam kapağı. Okurum biraz, becerebilirsem yazarım biraz.
Kalabalık.
Makarna tepelerinin arkasında kaybolmuş insanlar. Telaştan kaynaklı bir gerginlik var. Başörtülü bir teyze öksürünce tüm gözler ona çevriliyor.
Çok ayıp bir şey yapıyorken yakalanmış gibi kıpkırmızı oluyor kadıncağız, mantar alacakken vazgeçiyor.
Paket paket unlar, teneke ile yağlar… Neden bilmem o kulübün üyesi olamıyorum.
Darbe girişiminin olduğu gece Kaçan Balıkta demleniyorduk.
Gece yarısından sonra çıktık.
Bankamatiklerin önü kuyruk. Cebimde yüz lira var. O kuyruğa karışmak gelmedi aklıma. Para çeksem ya, yok.
Şimdi kapandı, bir market vardı yol üzerinde, yine kuyruk. Kalıp kalıp peynirler, koli ile yumurtalar… Kuyruğun önüne geçtim, “bir paket sigara ile iki tane bira alacağım” dedim.
Tepki bekliyorum insanlardan. Hani sıranı beklesene desinler, ayıp değil mi kardeşim desinler, yok. Ne olup bittiğinin farkında değilsin kardeşim gözleriyle baktılar.
Rahatlık mı, kafa karışıklığı mı?
Gerçekten farkında değil miydim olanın bitenin!
Her insanın içinde ihtiyaç anında basılacak kırmızı bir düğme olduğuna inanıyorum. Akli değil, hissi bir şey. Benim kırmızı düğme daha derinlerde herhalde?
İlle de limon kolonyası alıyor vatandaş, beşer beşer, bidonla.
Tam söyleyemiyor ama antibakteriyel jel istiyor biri.
Kalantor bir ağabey dezenfektan soruyor. O sorunca peşinden on kişi daha.
Başörtülü teyze kaçar gibi çıkıyor marketten, öksürmüştü ya!
Jose Saramago'nun Körlük adlı kitabı geliyor aklıma.
Bu corona virüsünün bulaşması gibi bulaşıyordu körlük, bir anda dünyası kararan insanları toplumdan ayırıp, boş binalarda karantina altına alıyorlardı, aralarında gözleri gören bir tek kadın vardı diye kalmış aklımda.
O kadın gibi hissediyorum kendimi.
Mavi takım elbiseli, Orhan Kemal görse kıranta yazacağı bir arkadaşa takılıyor gözüm.
Orta yaşlı, uzattığı saçları kırlaşmaya başlamış. Tırnaklar pedikürlü, beyaz pahalı bir gömlek, İtalyan rugan ayakkabılar.
Dört beş yaşlarında esmer, kıvırcık saçlı bir kız çocuğunun elinden tutmuş.
Kızçe yazlık terliklerin altına kalın örme çoraplar giymiş.
Kirli bir kazak, kirli pijama.
Nasıl baba arkadaş?
İnsan azıcık utanır yahu!
Kızın annesi ile boşanmıştır bu diye geçiriyorum içimden. Pahalı bir avukat tutmuş, üç kuruş nafakaya bağlamıştır meseleyi.
Hafta sonları kızı alıp günah çıkarıyordur.
Sinemalar, alışveriş merkezleri, yanak yanağa çekilen fotoğrafları sosyal medyaya koymalar.
Ciğerinizi biliyorum kardeşim, attığınız adımdan haberim var!
Kızçeyi annesinin yanına eli boş göndermek olmaz tabi.
Ne isterse alıyor.
Kucakla çikolata, meyve suyu, kıyma, et… Peşlerindeyim.
Yahu insan şu masumun üzerine hiç mi bir şey almaz?
Kasada arkalarına düşüyorum, üç büyük poşet dolduruyorlar, kıvırcık saçlı kız en son bir avuç sakız alıyor, kıranta gülüyor.
Üç poşeti bir eline alıyor adam, diğeri ile kızın küçük, kirli elini tutuyor.
Marketin kapısından çıkıyorlar, sokakta dilenen başka bir kadının yanına gidiyorlar. Kız kalıyor, poşetler kalıyor, gözlerim dolarken mavi takım elbiseli adam gidiyor…