Ali Gülcü

Koskoca İnci Pastanesinin Önünden Geçmiş Fakat Görmemişiz...

 Elimle koymuş gibi buldum bu defa, içeride oturmaya, dikilmeye, ayaküstü limonata içmeye yer yok...

Çiçek Pasajı tenha, tenteler takılmamış henüz ama tavan inmiş, yağmur içeriye yağmış, bazı mekanlar naylonla örtmüş masaların üzerini, görüntü içler acısı ile çaresizlik arasında bir yerlerde...

Mercan'ı Türkiye'de midye dolmayı en iyi yapan ilk on yer arasında gösteriyorlar.
Balık tezgâhının önünde kısa boylu, hafif toplu bıyıklı bir ağabey var...
Selamlaşıyoruz, buyur ediyor, lüfer öneriyor ama tercihimi barbundan yana kullanıyorum... Balık pazarına bakan masalardan birine, dışarıya oturuyorum...

Kokoreççilerin tıkırtısı, tek tekçilerin sohbetine, balık kokusu rüzgâra, meraklı turistlerin bakışları anasona karışıyor, balık ve salata gelene kadar midye dolma sipariş ediyorum...

Konun uzmanları; İstanbul'daki deniz kirliliğinden dolayı midyelerde yüksek oranda civa olduğunu ve fazla tüketilmemesi gerektiğinin altını çiziyorlar...
Benim götüreceğim üç-beş midyeden ne olacak canım?
Bir oturuşta yetmiş beş- seksen tane yiyen insan evlatları tanıyorum!

Midyeler geliyor, limonlayıp girişiyorum...

Barbun da enfes, salata da...
Fiyatlar da makul...

Lakerda deyince Hakkı Baba gelir aklıma, bir sene balıkçılar kahvesinde yarım saat yalvarmış kendisine yaptıklarından iki takoz kapmıştım...
Lokum gibiydi mübarekler... O yıldan bu tarafa ne palamut bollaştı ne de adam gibi lakerda yedim...

Mercan'dan aşağıya inerken Nevizade'ye gelmeden sağ tarafta çeşidi bol bir balık tezgâhı var... İsmini bilemedim de kestikleri fişe baktım şimdi; Reşat Balık Market, ahtapottan sübyeye, jumbo karidese ne ararsan var, lakerda da var...
Yetmişli yaşlarda bir amca lakerda kesmiyor da heykel yapıyor sanki... Otur sabahtan akşama kadar izle...
Tezgâhın önünde kasap kedisi kıvamında yalanırken eliyle işaret ediyor ince bir dilim kesip ikram ediyor...
Kaymak!
" Baba nasıl muhafaza edeceğiz bunu?"
" Yiyeceğin kadar ayır, kalanının dondurucuya koy bir şey olmaz..."

Büyük sözü dinledim dün gece, dört ince dilime bastım zeytinyağını limonu, yanına kırmızı soğan dilimledim, dereotuyla süsleyip mideye indirdim, kalanını soğutucudaki bezelyelerin arasına sakladım ki kurda kuşa yem olmasın!

Yediklerimi eritmek için başladım İstiklalden aşağıya doğru inmeye...
Yolun nereye çıkacağını bilmiyorum he...

Bir dükkânda on beş dakika darbuka pazarlığı yaptım, Nuh dedi de Peygamber demedi adam... Benim de inadım tuttu almadan çıktım...
Başka bir vitrine bakarken cep telefonu ile konuşan bir kıza kulak misafiri oldum...
" İstiklalden Eminönü'ne doğru iniyorum canım!"

Galata köprüsünde balık tutanlar düştü aklıma dar sokaktaki adımlarımı hızlandırdım...

Köprü kalabalık, olta atanlar, iğne bağlayanlar, kamışı unutup sohbete dalanlar... Gazete kâğıdına sardıkları şarabı çaktırmadan yudumlayan,
yakaladıkları istavritleri göz kararı tablaya koyup 5 TL'den satanlar...

Nerde çokluk orada fışkılık atasözünü düstur edindiğim için yolum pek düşmez buralara, acemi zamanlarımda sabahlamışlığım, çapariler karışınca, itişip, kakışmışlığım var...

Kovalardaki balıkları görünce ne yalan söyleyeyim imrendim bu defa, yanımda balık takımları olmadığı için de hayıflandım...

Önümüzdeki hafta sabahın köründe köprüde olacağım, bu defa yanıma fotoğraf makinemi de alacağım...

YORUM YAP