Bazı sabahlar, denizden esen hava lodosun ılıklığını getirdiğinde, güneş de -çoktandır hasret kaldığımız- yüzünü göstermişse, işyerimizin önünü süpürmeyi seviyorum. Kısa bir an bile olsa, sabahın kendine has sessizliğine kulak vermek dinlendiriyor beni. Bir yandan melankoliye yelken açarken, diğer taraftan sabah sakinliğinde zihnimde biriken düşünceleri gözden geçiriyorum. Gerçekten iyi hissediyor insan kendini. Siz de deneyin lütfen bir ara! Tabi ki, bir işiniz ya da işyeriniz kaldıysa!
Küçük yaşlardan beri bir yerlerde çalışır, harçlığımı çıkarırdım. Babam da bu konuda oldukça hassas davranır, teşvik ederdi ağabeyimle ikimizi. Yok, yanlış anlaşılmasın, harçlık veremediğinden değil; bir meslek öğrenelim, elimiz bir iş tutsun isterdi. Bir taraftan da, insanlarla iç içe olmanın, küçük sorunları kendi başımıza çözmenin, erken yaşlarda küçük sorumluluklar almanın karakterimize güç katacağını düşünürdü eminim. Nitekim öyle de oldu. Yaşamımım boyunca bunun hep faydasını gördüm.
Henüz on yaşlarımdayken “berber çırağı” olarak adım attım esnaflığa, Berber Mehme'in yanında. Birçokları bilmez, ama 80'li yıllarda Silivri'nin en ünlü erkek berberi olan “Valentino Mehmet”in ilk çırağı bendim. 70'li yılların başında, taksi durağının -ve aynı zamanda minibüs durağı da olan- hükümet konağının arkasında (şimdiki otoparkın) karşısında küçük bir dükkan açmıştı Mehmet Abi. Küçük Has Fırın Sokak'ta oturduğumuz yıllarda evlerimiz bitişikti, Mehmet Altınkeser ailesiyle. Belki komşu olduğumuzdan, belki de ayağına çabuk bir çocuk olduğumdan yanında çalışmamı istemişti. Bizimkiler de komşuluğun verdiği güvenle olmalı, hemen evet demişlerdi bu teklife. Eh, benim için de hava hoştu; haftalık alıyordum, bir de bahşişler vardı ki, neredeyse haftalığa yakın bir para tutuyordu. Gerçi mahallede kazandığım misketleri satarak da fena para kazanmıyordum ama haylazlık ettiğim yeterdi, bir meslek öğrenmemin de vakti zamanı gelecekti sonunda. Böyle adım attım ben çıraklığa. En çok Cumartesi günlerini severdim. Dükkan o gün tıklım tıklım kalabalık olur, müşterilerin ardı arkası kesilmezdi. Diğer günlere nazaran daha çok yorulurduk belki, ama gece geç saatlerde son müşteriyi uğurladığımızda derin bir “oh!” çeker; hep birlikte dükkanı güzelce süpürür, sabunlu suyla yıkayıp temizler ve toplanan bahşişlerle birlikte haftalığımı alıp eve giderken mutluluktan havalara uçardım.
Gece yatağıma uzanıp yorgunluktan uyuyakalmadan önce, ertesi gün tatil olduğunu, istediğim saatte kalkıp, kazandığım parayla yapacaklarımı (Sayanora Pastanesi'nin enfes Roma dondurmasını, mis gibi kokan susamlı ayçöreğini ya da Ebru Pastanesi'nin nefis keşkülünü) hayal ederken sevincim ikiye katlanır, çocukluğun o kendine has muhteşem durumlarından biri olan deliksiz uykumda şimdi hatırlayamadığım kim bilir ne güzel çocukça rüyalar görürdüm!
Gözümün önünde o günlerden hiç unutamadığım, çok net anımsadığım bir sahne var: Kıbrıs Barış Harekatı'nın başladığı gün… Berber Mehmet heyecandan büyüyen gözlerle, elindeki gazeteyi gösteriyor dükkandaki müşterilere; “Ayşe tatile çıkmış!” diyor gülerek. “Başlattı sonunda harekatı. Helal olsun Karaoğlan'a!” Elinde tuttuğu 20 Temmuz 1974 tarihli Hürriyet Gazetesi'nin başlığında iri puntolarla “MEHMETÇİK KIBRIS'TA…” yazıyor; hemen altında ise Kıbrıs Barış Harekatı'nın başlama parolası olarak kullanılan ve sonraki yıllarda halkın dilinden düşmeyecek olan, “Ayşe tatile çıktı!” sözleri görülüyor. Aylardır, Kıbrıs'ta yaşayan Türk halkına yapılan zulüm ve baskılardan bahsediliyordu gazetelerde. Genelkurmay başkanı ve siyasilerin yaptığı açıklamalardan da yakında Kıbrıs'a bir çıkartma yapılabileceği beklentisi oluşmuştu halkta. ABD ve BM her zamanki gibi üç maymunu oynamaya devam ediyorlardı. Kıbrıs'a müdahale etmesin diye de ellerinden geleni ardına koymamış, üstelik Türkiye'ye ambargo kararı almışlardı.
İşte, ilk adımı böyle attım ben çalışma hayatına. Ve hala devam ediyorum, yaşım altmış olsa da.