“Yol arkadaşım Ufuk Bek' e sevgilerimle” diye yazmış, imzaladığı kitabın ilk sayfasına Lütfü Ertürk. Birkaç yıldır, birlikte belgesel çalışmaları yapıyoruz. Oysa tanışıklığımız 70'li yıllara dayanıyor. Çocukluğumdan anımsadığım birçok karenin içinde var. Özellikle Yeni Gazino Çay Bahçesi'ndeki hoşsohbet hali; her masanın nabzına göre şerbet veren, küçükle küçük büyükle büyük olan, uçarılığı elden bırakmayan, muhalif kişiliğini hiç saklamayan bıçkın bir delikanlı olarak yer etmiş hafızamda.
Henüz küçük bir çocukken, ustası Münir Bircan'ın yanında matbaacılık yapması, ardından gazete çıkarıp, köşe yazıları yazmaya başlaması benim yaşamımla büyük ölçüde benzerlikler taşıyor. Yazdıklarını okudukça ve daha yakından tanımaya başladıkça, birbirimizden haberimiz yokken de aynı yolu takip etmişiz gibi bir duyguya kapılıyorum ister istemez. Sadece işin siyasi tarafını bunun dışında tutabiliriz. Babam ve ağabeyim siyasetin tam da ortasında -ve onun desteklediği tarafın tam da karşısında- olmalarına rağmen, ben, kendimi bildim bileli spor, müzik, sanat ve edebiyata ilgi duydum. Neyse, konuyu çok dağıtmadan esas meselemize gelmek istiyorum…Lütfü Ertürk, uzun zamandır çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapan, şu anda da kendi internet gazetesinde yazdıklarını paylaşan, kentimizde tanınan, bilinen bir isim. Kendisini uzun uzun anlatmama gerek yok. Son yıllarda yazdıklarını kitaplaştırıp yayımlamaya başladı. Çok da iyi yaptı.
Geçen yıl yayımlanan “Helen Şehri Aşıkları” ve “Mahallede Aşk Yaşıyorduk” kitaplarının ardından, geçtiğimiz günlerde “Yol Hikayeleri” ve “Şehir Efsaneleri” isimlerinde iki kitabı daha yayımlandı. Her iki kitabın içinde yer alan kısa öyküler çoğunlukla yaşadığı şehre ve o kentte yaşayan “insana ve insanlığa dair” eşsiz yazılar. Birbirinden güzel onlarca öykü yer alıyor eserlerinde. Kiminde hüzünlenmeden duramıyor, kiminde kahkahanızı tutmakta zorlanıyorsunuz. Ancak öyleleri var ki, tam yazılan kelimelerin hüznüne ortak olup gözleriniz yaşarmaya başladığı anda, sonraki paragrafta okuduğunuz bir cümleyle kendinizi gülmekten alamıyorsunuz. Gözlerinizden akan yaş bile ne için düştüğüne karar veremiyor.
Yol Hikayeleri' nde kendini anlatıyor Lütfü Ertürk, hiç gizlemeden. Ruhundaki sızıyı dindirebilmek için çıktığı garip yolculuklar ve bu yolculuklarda başına gelen -çoğunlukla- komik olayları kendine has üslubuyla dile getiriyor. Arada bir nemli hüzün bulutları gelip çörekleniyor tepenize, ama art arda gelen sihirli kelimelerin rüzgarına dayanamıyor ve çok geçmeden çekip gitmek zorunda kalıyorlar.
Efsane: “Söylence, gerçeğe dayanmayan, gerçek dışı söz” olarak geçiyor Türk Dil Kurumu sözlüğünde. Oysa, Şehir Efsaneleri'nde anlatılanlar aslında yaşadıkları kentte efsane olarak anılmaya değer olan isimlerin, yani “bu şehrin insanlarının” gerçek hikayeleri. Böyle olduğunu daha kitabın kapağını açtığınızda anlıyorsunuz zaten. “Fuat Bulcan Bircan Anısına…” diye başlıyor kitap. Önsözü de, Bulcan'ın küçük kızı Mügen yazmış. Haklı olarak tam da kitabın içeriğine uygun olacak biçimde duygusal bir yazı kaleme almış sevgili Mügen. Lütfü Ertürk ve babasından bahsetmiş; Silivri'nin küçük bir kasabadan gelişmiş bir kente dönüşürken ikisinin gösterdiği çabadan; yaşadığı kasabayla birlikte büyüyen küçücük bir kız çocuğunun hafızasına kazınanları dile getirmiş. Hem de en güzel sözcüklerle.
Yakın zamanda aramızdan ayrılan Bulcan Abi'yi ve kitapta adı geçen diğer ‘efsane isimlerimizi' rahmet ve saygıyla anıyorum.
“Yol arkadaşı” olmaktan onur duyduğum sevgili Lütfü Ağabey' i yürekten tebrik ediyor ve bu kıymetli eserlerin günden güne çoğalmasını diliyorum.