Işıklar sönüp de insanlar karlı geceye yatıp, buz gibi bir sabaha uyanmadan evvel...
Camları açıp, bir sigara yakıyorum...
Keşke manzaramız güzel olsaydı da ballandıra ballanıdara anlatabilseydim!
Ne ışıl ışıl yolcu gemileri geçer buralardan, ne ada vapurları yanaşır bahçemize...
Etrafını ağaçların çevirdiği, nereye çıktığını bilmediğimiz uzun patikalarda faytonlar gezmez...
Başınızı yastığa koyduğunuzda arnavutkaldırımında yürüyenlerin ayak seslerini, öksürüklerini, topuk tıkırtılarını, bozacının sesini duyamazsınız...
Kumsalı dalgalar dövmez... Lodos, camları iki eli ile tutup sarsmaz... Kurbağaların vırakladığı, yaz aylarında ayaklarımızı sokup serinlediğimiz, söğüt ağaçlarına sırtımızı verip, olta attığımız bir derecik dahi akmaz...
Yakınlarda orman, koruluk, ağaçlık hadi fidanlık bile yoktur...
İnsan; “horoz ötsün de zamansız ötsün” der mi yahu?
&&&
Uzaklarda yanıp sönen ışıklar, bacalar, yüzünü güneşe çeviren ayçiçekleri yerine, gözlerini bilmem nerelerdeki uydulara dikmiş antenler...
Perde, tül kıpırtıları...
Sokağa park etmiş envai çeşit, bizi istediğimiz yere götürmeye meyli olmayan arabalar...
Teller, direkler, sokak lambaları...
Belli aralıklarla konmuş çöp tenekeleri...
Hayal kırıklıkları yüzlerinden okunan, bir deri, bir kemik kalmış sokak köpekleri...
Tanınmamak için kapüşonu ile yüzünü örtmüş, çaresizlikten umudu döküntülerde arayan kırpıntı insanları...
Zorunluluktan yapılmış, komşu apartmanın yangın merdiveni, yan sitenin sözde bahçe aydınlatması...
Kargaları kaçırsın diye balkonlara asılmış, kanımca kargaların öte yüzü ile güldüğü, çaresiz müzik CD’leri...Haberin devamı 28.01.2012 tarihli Hürhaber Gazetesi’nde…