1990 yılıydı. O yıl dünya kupasına İtalya ev sahipliği yapacaktı. Milliyet Gazetesindeydim. 1982 ve 1986 dünya kupalarını takip etmiştim. Geçenlerde vefat eden büyük fotoğraf ustası Hüseyin Kırcalı ile bu dünya kupalarını takip eder ve haberleri yetiştirirdik. Ancak Haziran'da başlayacak dünya kupası öncesi bizi Nisan ayında Avrupa'ya göndermişlerdi. İlk durağımız Avusturya idi.
Her dünya kupası öncesi Güney Amerika takımları Avrupa'ya gelir ve hazırlık maçları oynarlardı. 1990 dünya kupasının da iddialı takımlarından bir önceki kupanın şampiyonu Arjantin'de Avrupa'ya gelmiş ve Avusturya'ya yerleşmişti.
Kadrosunda başta dünya yıldızı Maradona olmak üzere Valdano, Burruchaga, Canigga, Pompıdo, Ruggeri, Dıaz gibi muhteşem oyuncuları barındırıyordu. Yani bir dünya deviydi. Viyana'nın Ernst Happel stadında yağmurlu bir günde, pek de kalabalık bir seyircinin olmadığı bu sıkıcı maç 0-0 bitti. Maç biter bitmez sahaya girmiştim. Maradona ile birkaç kelime konuşmak istiyordum.
İtalyanca da konuştuğum için irtibat kurmak zor olmayacaktı. Hemen yanına gittim. Bana baktı daha bir şey demeden karnıma bir yumruk attı. Güney Amerikalılar ''şakayı'' severdi. Maradona'da ömrü boyu hep insanların yanında olmuştu.''Io sono Turco '' dedim. Hem yürüyor hem de konuşuyordu ''Ülkeni çok merak ediyorum. En kısa zamanda geleceğim. Bu dünya kupası da bizim olacak''. Maradona ile ilk tanışmam bir şaka yumruğu ile olmuş ve sempatisi hoşuma gitmişti.
O dünya kupası Almanya'nın oldu. Finalde Roma'nın Olımpıco stadında ön sıralardaydım. Önümüzdeki protokol tribününe geldiğinde ağlıyordu. Madalyasını da ağlayarak taktı. Ve Almanya Franz Beckenbauer'in öncülüğünde bir dünya kupasını da müzesine götürdü.
TÜRKİYE'YE GELİYOR
Aradan beş sene geçmişti. İstanbul'da Dünya karması - Avrupa karması maçı organize edilmişti. Tabi ki dünya kupasının yıldızları Türkiye'ye ayak basacaktı. O sıralarda Şansal Büyüka ile Kanal D'nin başındaydık. Maradona'yı takip etmesi için genç arkadaşım Evren Ersoy'u görevlendirdim. Evren lisan bilen genç ve yetenekli bir çocuktu. Sabaha kadar Maradona'nın peşinde olacaktı. Ama özel uçak geleneği pek olmadığı için uçağı kaçırmıştı. Bir sonraki uçakla İspanya'dan gelecekti. 1995 yılında Eylül ayıydı. Ali Sami Yen Stadı dolmuştu. Takımlar sahaya çıktı. Maradona yoktu. Maç başladı. Tam devam ederken hakem maçı durdurdu.
Maradona yeni gelmişti. Elbiseleriyle sahaya çıktı. Bir uğultu yükseldi. Başladı top sektirmeye. Bütün stad onu izliyordu. Sonra da geldi tribünde oturdu. Dünya yıldızları maçı bitmiş ve herkes ülkesine dönmeye başlamıştı.
Bizim Evren de peşinde ya. Maradona İstanbul'u gezmek istemişti. Gece orası burası Paşa Kulübü falan derken Boğaz'da ''Tropicana'' isimli kulüpte karar kılınmıştı. Maradona oturdu. Başladı içmeye. Evren durur mu? Başlamıştı yanaşmaya. İspanyolca, İngilizce derken Evren kamerayı da önüne getirtmişti. İşte yıllarca insanların belleklerinde yer eden o meşhur Maradona'nın ''Maraba Televole'' repliği de böylece ortaya çıkmıştı. Evren yeteneklerini orada da göstermiş ve büyük bir iş ( tabi ki gazetecilik de) başarmıştı. Sonra o konuşma ve yaptığı röportaj uzun süre televizyonlarda yayınlandı.
ÖLÜMÜ DÜNYAYI AĞLATTI
Futbol denince akla önce Pele sonra da Maradona gelirdi. Maradona çok fakir bir semtte doğmuş ve büyümüştü. Annesinin tek isteği onu muhasebeci yapmaktı. Ama o muhasebecilik yerinde futbolla bütünleşti. Hem de ne bütünleşme. Sonunda dünyanın bir numaralı futbol yıldızı oldu.
Sekiz yılını İtalya'da NAPOLİ'de iki yılını da BARCELONA'da geçirdi.
Uyuşturucu, alkol derken çok büyük sıkıntılar geçirdi. Arjantin'in Eva Peron'dan sonra dünya sembolü olmuştu. Bu sembollük son nefesini verinceye kadar devam etti. Kasım ayında ciddi bir beyin kanaması geçirdi. Ameliyat ettiler. Eve yolladılar.
Ama geçirdiği bir kalp krizi, onu dünyadan kopardı.
Pele onun ölümünden sonra güzel bir laf etmişti. ''O benim iyi dostumdu. Bir gün gökyüzünde birlikte futbol oynarız''…